28.9.06

Bay Ram

Bay Ram, çok ilginç bir müzik öğretmeniydi. Aslında okul hayatım boyunca onun kadar ilginç bir öğretmen görmemiştim. Sınıfımızda müzik konusunda en yeteneksiz olduğunu düşündüğümüz kişilere dahi değişik müzik aletleri çaldırmayı başarmıştı. Flüt, mandolin, bağlama, mızıka, gitar ve darbuka. Sıradan bir lisede müzik dersleri, öylesine derslerdir. Bizim lisede de öyleydi; ta ki Bay Ram gelinceye kadar.

Sınıfa ilk geldiği günü hatırlıyorum. İçeri büyük bir spor çantayla girmişti. Bize müzik dersiyle ilgili ne düşündüğümüzü sordu. Birkaçımızın yalandan “müzik dersini seviyoruz, hoşlanıyoruz” demesinden sonra Bay Ram “Müzik dersinden hiç sıkılmıyor musunuz? Ben lisedeyken çok sıkılırdım” dedi. Bay Ram’ın sözlerinden cesaret bulup “Hocam, ben sıkılıyorum. Bak postacı geliyor parçasını flütle çalmaya çalışmak, solfejle uğraşmak hiç de eğlenceli değil.” Sınıfta benim gibi başka sıkılan olup olmadığı sordu. Birkaç kişi daha el kaldırdı. Bay Ram, “Tamam; peki kendi özel yaşamlarınızda ne dinlemeyi seviyorsunuz” diye sordu. Birkaç kişi cevap verdi. Bunun üzerine Bay Ram, büyük spor çantasının içinden taşınabilir bir müzik seti çıkardı ve albümleri içinden bizim sevdiğimiz parçaları takmaya başladı. İlk parçayı çalmadan önce, parçalar çalınırken ellerimizle parçaya uygun tempo tutmamızı istedi. Açıkçası çok şaşırmıştık. Ama parçanın çalmaya başlamasıyla birlikte herkes elleriyle tempo tutmaya başlamıştı. Bay Ram, müziğin sesini kıstı ve bizim ellerimizle tutturmaya çalıştığımız tempo öne çıktı. Birkaçımız ritmi bozuyordu ve bir arkadaşımız onları uyardı. Hoca da müdahale ederek dedi ki; “bırakın hata olsun. Sadece tempo tutmaya çalışın hata yapmaktan korkmadan, yapsanız da düzeltmeye çalışmayın. Sadece ve sadece tempoyu kendi doğanız içinde tutturmaya çalışın. O ders el şaklatmalarımızla birlikte sona erdi; sınıftan çıkarken hepimiz motive olmuştuk.

İzleyen derslerde hoca bize çalmak istediğimiz müzik aleti olup olmadığını sordu. İçimizden bazıları bazı mızıka, gitar, bağlama, flüt gibi müzik aletleri çalmak istediklerini söylediler. Hoca bir şekilde bunları bize temin etti ve hepimizle birer birer ilgilenerek bunları çalmayı öğretti. Ama esas anlatmak istediğim bu değil. Hoca durmadan bizi hata yapmamız için teşvik ediyordu. Daha doğrusu hatalarımızla daha barışık olmamız için.

Kim bir şarkı çalıyor ya da söylüyor ve hata yapıyorsa, “hataya aldırma devam et” anlamına gelen bir işaret yapıyordu. “İnsanoğlu ne yapacağını yaparak bulur; hata yapmaktan korkan insan hiçbir eylem yapamaz; durur. İnsan hata yaparak öğrenir; en iyi performansı da hata yapmaktan korkmaktan vazgeçtiğimiz zaman sergileriz,” dolayısıyla “sadece yapın” diyordu. Biz daha önce böyle bir yaklaşım hiç görmemiştik. Tüm okul hayatımız boyunca öğretmenler ve diğer yetişkinler bizim hatalarımıza takmışlardı. Hatasız bir yaşam sürmemiz, dersler sırasında hiç hata yapmamız konusunda üzerimizde müthiş bir baskı vardı. Bay Ram, ise insan hata yapa yapa, hata yapmayı doğal kabul ederek doğru ve güzeli yapmayı öğrenir diyordu.

Hiç unutmuyorum; son sınavda flütle bir parçayı çalıyordum ve hata yapmıştım. Bay Ram yine “devam et” işareti yaptı. Yine hata yaptım. Bize sağladığı tüm rahatlığa rağmen iki damla yaş alnımdan süzüldü. Çalmaya devam ettim ve yine hata yaptım. Bay Ram, “hata yapman önemli değil, geçeceksin; yeter ki sadece hata yapmaktan korkmadan çal” dedi. Parçayı baştan aldım ve hiç hatasız çaldım.

Ondan beridir hayatımda hata yapmaktan korkmuyorum. Hata yaptığım zaman küçük görülmekten, başkalarının olumsuz düşüncelerinden etkilenmiyorum.

Hayatınızda hatalarınızla barışmanıza vesile olacak Bay Ram’lar görmeniz dileğiyle.

Not: Bana hata yapmayı sevdiren mükemmele giden yolun hatalarla barışmaktan geçtiğini gösteren büyük müzik insanı Tugay Başar’a teşekkür ederim.

Hiç yorum yok: