28.9.06

Umudun Yakıtı Nedir?

Serpil ve Yakup, hiç karşılaşmadılar. Ama yaşamlarının bir döneminde birbirlerine ruhen çok yaklaştılar. Serpil, çocukluğundan beri sürekli öğrenmeye çalışmıştı. İyi bir öğrenci olmuştu. Ailesi çok geniş imkanlara sahip olmasa bile Serpil her türlü imkanı değerlendirmeye çalıştı. Bir taraftan bulduğu yarı zamanlı işlerde de hizmet verdi. Hemen her girdiği alanlarda başarılı oluyordu. Büyük başarılar değilse bile, küçük başarılardı bunlar. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteye girmeyi de başardı. Üniversite günleri de lise günlerinden farksızdı. Yine hem çalıştı, hem de okudu. Çevresindekiler Serpil’i takdir ediyordu. Serpil de kendinden ve hayatından memnundu. Okulu bitirdikten sonra tam zamanlı bir iş buldu kendine. Oraya girmek ona iyi geldi. Hayatında ilk defa iyi para kazanıyordu. Yıllarca katlandığı yüklerin ödülünü alıyor gibiydi. Çalıştığı şirkette de başarılı oldu. Aradan dört yıl geçti, bir şeyler değişti. Bir araba almıştı, yazları tatile gidebiliyordu. Hatta bir defa biriktirdiği paralarla Malta’ya bile gitmişti. Ailesine yardım ediyordu. Arkadaşlarıyla hafta sonları sinemaya, konserlere ya da kafeteryalara gidiyordu. Ama mutlu değildi, kendini boşlukta hissediyordu. Lisede ya da üniversitede kendisine zaman bulamadığı dönemlerde daha mutlu olduğunu fark etti. Üstüne bir atalet çökmüştü. Potansiyeli vardı ama potansiyelini, belki de her şeyin en uygun olduğu dönemde kullanamıyordu. Bir şeyler yapabilecekken nedenini bilmeksizin bir şeyler yapamamaktan berbat bir durum olamazdı.

Yakup, orta halli bir ailenin çocuğuydu. İşlek bir zekası vardı ve Avusturya lisesine girmişti. Avusturya lisesinde çok iyi derecede Almanca ve iyi derecede İngilizce öğrenmişti. Liseden sonra Viyana Üniversitesi’ne başvurdu ve kabul edildi. Viyana Üniversitesi’nde işletme yönetimi okuduktan sonra Almanya’nın önde gelen üniversitelerinden birinde iletişim konusunda mastır yaptı. Bu arada yarı zamanlı olarak Ford fabrikasında çalışmaya başladı. Daha sonra tam zamanlı çalışmaya devam etti. Ford, geçici bir görevle kendisini ABD’ye bir yıllığına gönderdi. Avusturya ve Alman kültürlerini öğrendikten sonra eline ABD’yi ve ABD kültürünü öğrenme fırsatı geçmişti. Herkesin gıpta edeceği bir şekilde kariyeri gelişiyordu. Birkaç yıl daha Almanya’da çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndü. Anne babası yaşlanmıştı ve son dönemlerinde olsun onlara yakın olmak ve destek vermek istiyordu. Türkiye’de iki tanınmış şirkette bölüm yöneticiliği yaptı ve 48 yaşında emekli oldu. İngilizce ve Almanca’yı ana dili gibi biliyordu. Almanya’da ve ABD’de süresiz çalışma izni vardı. Epeyce bir para biriktirmiş, birkaç ev ve yazlık satın almıştı. Hemen herkesin onun sahip olduklarına sahip olmak isteyebileceği bir noktadaydı. Ama mutsuzdu, potansiyeli vardı, ancak kullanamıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Emekli olmak özgürlük demekti. Her istediğini yapabilirdi. Geçmişte bulamadığı zaman bolluğu şimdi ona verilmişti ama ne yapacaktı? Kendini büyük bir boşlukta hissediyordu.

Hiç karşılaşmamalarına rağmen Serpil ve Yakup’u birbirine benzeten şey hayallerinin, hedeflerinin arkasından koşacakları büyük resmin olmamasıydı. Deyim yerindeyse, unları, şekerleri vardı ama helva yiyecekleri bir sofra hayalleri yoktu.

Yolun bittiği yer, son nefesinizi verdiğiniz yerdir. Yaşamınızın içinde yolunuzu bitirmek, ölmeden ölmek demektir. Ölmeden ölmeyi engellemek ve kişisel gelişiminizi sürdürmenin yolu basittir. Bir hedefinize ulaştığınızda, kendinize daha büyük bir hedef koyun. Bilgi ve becerilerinizin altında işler yapmak size kolay gelir ve sonra boşluğa düşürür. İnsanı ayakta tutan mücadeledir. Umut, insanın yaşama yakıtıdır. Umudun yakıtı ise, şimdilik erişemediği hedeflerdir.

Hiç yorum yok: