28.6.09

Rasyonellik – Mantık Yürütme

Problemler, belirli bir nedenin sonucunda ortaya çıkarlar. Çaydanlıktaki suyun kaynamasına yol açan, çaydanlığın altındaki ateştir. Üşümemize neden olan, havanın soğuk olmasıdır. Bir sınavdan iyi sonuç alamamamızın nedeni, yeterince hazırlanmamış olmamızdır. Gerçekleşen her şeyin olmasına yol açan başka bir neden vardır.

Bir çocuk geç uyandıysa, geç yatmıştır. Geç yatmasının nedeni, televizyondaki bir programa takılmasıdır. Televizyondaki programa takılmasının nedeni, onun en sevdiği yıldızın programda olmasıdır. Bir sonuç, birçok olayın birbirine neden olmasıyla ortaya çıkıyor. Bu örnekte çocuğun geç uyanmasına arka arkaya birçok şey neden olmuştur.

Bir problemi çözmek için problemin kaynağını bulmak ve bu nedeni ortadan kaldırmak gerekir. Bir eve yüksek su faturası geliyorsa, muhtemelen bir yerde bir su kaçağı vardır. Bu su kaçağına yol açan delik bulunur ve tıkanırsa su faturaları düşer.

Bir problemin kaynağını bulmak için kullanılan temel soru "neden" sorusudur. Problemle karşılaşıldığında "Neden bu olur?" diye sorulduğunda, bu soru bizi bir başka nedene götürür. Bulduğumuz cevaba bir kez daha "Neden?" diye soracak olursak yeni bir cevap daha buluruz. Temel sorumuz olan "Neden?" sorusunu sormayı sürdürürsek sonunda gerçek nedene erişiriz.

Örneğin bir evde müzik seti sık sık bozuluyor. Neden bozuluyor? Çünkü sık sık sigortalar atıyor. Peki neden sigortalar atıyor? Çünkü sigortalar bazen kısa devre yapıyor. Neden sigortalar kısa devre yapıyor? Çünkü sigorta kutusuna bazen bir miktar su geliyor. O zaman da kısa devre yapıyor. Neden sigorta kutusuna su geliyor? Çünkü çatı akıyor. Neden çatı akıyor? Çünkü çatıdaki kiremitlerden bir tanesi kırık, su oradan geliyor. Kiremit neden kırık?

Çünkü anten takmaya gelen usta kiremite bastı kırdı.

Bu örnekte kiremidi değiştirdiğimiz zaman, müzik setinin bozulma sorununu ortadan kaldırmış oluyoruz. Müzik setinin sık sık tamirciye götürmek bir çözüm değil ya da sigortaları değiştirmek. Kök neden ortadan kaldırıldığı zaman kalıcı çözüm sağlanmış oluyor. Kök nedeni ortadan kaldırabilmek içinse arka arkaya "neden?" diye sormak gerekiyor.

Mantık yürütmede sapılabilecek yanlış bir yol da vardır: Yetersiz done ve bilgiyle bir sonuca varmak. Bir film ekibi, çölde çekim yapıyormuş. Oradan geçen bir yerli yönetmene demiş ki, "Yarın yağmur yağacak. Hazırlıklı olun!" Yönetmen çekimi iptal etmiş. Gerçekten ertesi gün sağnak yağmur yağmış.

Yönetmen yerlinin yaptığı uyarıya bayılmış ve sekreterine bu adamdan para karşılığı her gün hava tahmini almasını istemiş. Gerçekten adam hava tahmini veriyor ve tüm tahminleri de doğru çıkıyormuş.

Çok önemli bir çekim öncesi yönetmen yerliye bizzat sormuş: "Yarın hava nasıl olacak?"

Yerli omzunu silkmiş. "Bilmiyorum, radyo bozuldu."

Bu küçük fıkradaki yönetmen, yerlinin hava raporunu doğru söyleyince onun özel bilgi toplama yolları olduğu sonucuna varıyor. Gerçekçi bir sonuca ulaştıracak akıl yürütme, neden sonuç ilişkisiyle birlikte, bu neden sonuç ilişkisini açıklamaya yeterli ve doğru bilgi ile gerçekleştirilir.

27.6.09

İnanılmaz Öykü

Spot: Henry Ford demiş ki, "Dünyadaki en büyük keşif, bir insanın yapabileceğini düşünmediği bir şeyi yapabilmesidir." Dünyada bizi sınırlayan şey, bizim düşüncelerimiz ve bizim kararlı olmayışımızdır.

Elazığ'da doğan ve yaşayan küçük Esra, ilkokulu bitirdikten sonra çok iyi Anadolu Liselerini tutturmasına rağmen ihtilal öncesi ortamın karışıklığını öne süren babası tarafından okuması engellendi. Esra, çok genç yaşta evlendirildi; ardından üç çocuk annesi oldu. İlk oğlu Emrah'ın Anadolu Lisesi sınavlarında iyi bir netice alacağını düşünürken, Emrah 100 sorudan sadece 15 net çıkarabildi. Anne Esra şok olmuştu. Bu durumu kabul edemiyordu. İlkokul mezunu olduğu halde, oğluna çok tempolu bir şekilde ders çalıştırmaya başladı. Önce kendisi öğreniyor; ardından oğluyla birlikte çalışıyorlardı. Ailedekilerin ve çevredekilerin bu çabalardan çok fazla umudu yoktu. Ne var ki, Emrah sömestre tatilinden sonra netlerini 100 soruda 96'ya kadar çıkardı. Girdiği sınavda Türkiye'de ilk 500'e Elazığ'da ilk 5'e girdi. Dershanesinde ise 120'cilikten birinciliğe yükseldi.

Anne Esra çok sevinçliydi. Ehliyet almak üzere bir kursa yazılmaya gitti. Kurstaki görevli eğitimin durumunu sorunca ilkokul mezunu olduğunu söyledi. Görevli de kendisine dışarıdan mı bitirdiğini sordu. Bu olay Anne Esra'nın yüreğini burktu. Hem eğitim durumu sorulduğunda neden "Ben Üniversite mezunuyum." diyemiyordu ki. Kurstan eve döndükten sonra eşi ile konuştu. "Ben" dedi, "ortaokulu, liseyi bitirmek istiyorum. Üstelik üniversiteye gitmeyi düşünüyorum." Eşinin de desteğini alan bir taraftan üç çocuklu bir ailenin sorumluluğunu üstlenen Anne Esra dışarıdan ortaokul ve lise bitirme sınavlarına girmeye karar verdi. Karar verdikten sonra çok kısa bir sürede iki ay içinde önce ortaokul diplomasını ardından ise lise diplomasını almaya hak kazandı. Oğlunu sınavlara hazırlarken tüm okul içeriğini öğrenmiş ve çok zorlanmadan sınavları geçmişti.

Şimdi sıra üniversite sınavındaydı. Üniversitede örgün eğitim yapan bir bölümü kazanmak, açık ortaokul ve liseyi bitirmeye benzemezdi. Ancak kendisinin sınavı kazanacağına inancı tamdı. 1995 yılında Fırat Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü kazanarak üniversite öğrenimime başladı. Üç çocuk annesi bir kadın nasıl üniversite okuyacaktı? Vizeler, finaller derken okulu uzatmadan 1999 yılında iyi bir dereceyle mezun oldu. Master yapmak istiyordu. Bu kadarı da uçuk bir hayaldi, bir anneydi o. Anneler master yapmaz, çocuk büyütürdü. Derken 1999 yılında mezun olduktan hemen sonra aynı bölümde yüksek lisans öğrenimi görmeye başladı. 2001 yılında yüksek lisans öğrenimimi tamamladı ve yine aynı yıl aynı bilim dalında doktora programına kabul edildi. 2007'nin Ağustos ayında doktorasını tamamladı. Küçük Esra, önce Anne Esra olmuş, ardından Öğrenci Esra olmuş ve doktoranın tamamlanması ile birlikte Dr. Esra Hanım olmuştu. Doktora tezi oldukça ilginçti; televizyonun ev kadınlarının gündelik yaşamlarını nasıl etkilediğini araştırdı. Kadınların yaşamlarında televizyon dizilerinin etkisi o kadar ilginçti ki, tezi ulusal gazetelerde bile haber oldu. Bu arada mezun olduktan sonra Elazığ'da Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı değişik okullarda sınıf öğretmeni olarak görev yaptı. Şu anda özel yetenekli çocukların eğitim gördüğü Elazığ Bilim ve Sanat Merkezi'nde rehberlik biriminde öğretmenliğe devam ediyor.

Dr. Esra Gülmez'in büyük oğlu Emrah Bilkent Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Şu anda Hollanda'da çalışıyor. İkinci oğlu Yunus Taha Hacettepe Eczacılık'ta öğrenci, Üçüncü oğlu Emre ise Amerika'da Berkeley Üniversitesi'nde öğrenci. Zorluklardan, imkansızlardan, sınavların zorluğundan şikayet etmek isteyen varsa, bu yazıyı duvarını asıp tekrar tekrar okusun. Kocaman bir teşekkür size Dr. Esra Hanım hepimizi yüreklendiren öykünüz için.

18.6.09

Kendine Güvenmek

İnsanlar kendileri hakkında genellemeler yapıyorlar. Bazı insanlar kendilerini özgüvenli buluyor. Bazıları da “benim kendime hiç özgüvenim yok.” diyor. Bunların sınırını aşan genellemeler.

Aslında herkesin kendine güvendiği konular vardır. Örneğin, bir anne topluluk önünde konuşmaktan korkabilir; ama hızlıca güzel bir yemek hazırlamakta çok iyi olabilir. Çok iyi olduğu bu konuda da özgüveni yüksektir. Bir öğrenci matematikte kendine hiç güvenmezken bisiklete binmekte kendine fazlasıyla güvenebilir. Bir profesyonel, sunum yapmakta ya da bilgisayarda özel bir programı kullanmakta kendini iyi bulmayabilir; ama otomobil sürerken kendini ralli şoförü gibi becerikli hissedebilir. Öyleyse bir insanın genel olarak özgüveninin yüksek ya da düşük olduğu sonucuna varamayız. Kendimizi başarılı bulduğumuz konularda özgüvenimiz yüksek, başarısız bulduğumuz konularda özgüvenimiz düşüktür değerlendirmesi akla yatkın geliyor.

Birçok insan, özgüven belirli bir beceri ve performans alanıyla ilgili olmasına karşın, kendisiyle ilgili yaptığı genel bir değerlendirmede kendini özgüveni yüksek ya da düşük buluyor. Bu durum kişinin kendini değerlendirirken odaklandığı alanlarla ilgilidir. Kişi eğer kendi özgüven derecesini değerlendirirken başarısız olduğu alanları dikkate alırsa kendini özgüveni düşük bir birey olarak değerlendiriyor. Öyleyse insanların kendi iyi oldukları alanları daha çok düşünmesi, kendileriyle ilgili toptancı çıkarımlarını iyileştirecek.

Yeni kalkıştığımız bir işte başarılı olmamız, yılmadan çabalamamız genel olarak özgüven seviyemizin yüksek olmasıyla ilgili. Çocukluğundan itibaren onurlandırılan ve olumlu sıfatlarla tanımlanan ve dolayısıyla kendileri hakkında pozitif inanışları olan bireyler kalkıştıkları işlerde diğer insanların yaşadıkları sorunları yaşıyorlar. Aynı tür bir işte özgüveni düşük insanlarda aynı sorunları yaşıyorlar. Ancak özgüveni genel olarak yüksek olan sorunu rahatça aşarken, özgüveni düşük olanı sorun boğuyor.

Örneğin, bir kişi otomobil sürmeyi öğrenirken debriyaj ve vitesi eş zamanlı hareket ettirmesi gerekir. Özgüveni yüksek kişi, bu eylemi daha kolay yaparken, özgüveni düşük kişi bir türlü bu eylemi yapmayı başaramaz. Burada kendini besleyen bir döngü vardır. Özgüveni yüksek kişi, sürekli olarak “bu işi ben hallederim” diye yaklaşıyor ve işini hallediyor; hallettikçe de özgüveni daha da çok gelişiyor. Özgüveni düşük kişinin de başına tersi geliyor. Dolayısıyla aldığımız sonuçları, kendimiz hakkındaki düşüncelerimiz belirliyor.

Kurgusal olarak insanın bir tane iyimser meleği, bir tane de onu sürekli eleştiren ve her şeyin ters gideceğini söyleyen bir kötümser meleği olur. Özgüveni yüksek insanların iyimser melekleri çok gevezedir ve o kişiyi olumlu davranışlara sürürkler; özgüveni düşü insanlarınsa kötümser melekleri gevezedir. Kötümser melekler de kişi frenler ve olumsuz fısıldamalarla kişiyi beceriksiz hale getir.

O zaman kulağımızı iyimser meleğin yapıcı sözlerine açmalı ve kötümser meleğimizi de susturmalıyız.