26.7.09

Farkındalık ve Sorun Avcılığı

Spot: Her insan ilginç bir şekilde kendinin fanatiğidir; mantıksız da olsa kendinin fanatik taraftarıdır ve tamamen hatalı ve yenilmiş olsa da, yenilmediğini iddia eder. Fanatik kendini iyileştiremez.

Bir yere geç kaldığımız için sorun yaşıyorsak, planlama becerilerimizde ve zaman kullanma alışkanlıklarımızda sorun var demektir. Birçok insan bir yere geç kaldıktan sonra, eğer gittiği yere kabul edilmişse geç kalma olayını sorgulamadan yaşamına devam eder. Halbuki insan geç kalma olayını iyice sorgulasa yaşamında devrim yapabilecek bir sürü şeyin farkına varır. Gittiği yere geç kalan kişinin (eğer geç kalma rutine dönmüşse) verdiği sözleri tutmakla ilgili bir sorunu vardır. Ayrıca sözlerini yerine getiremiyorsa, bir sürü insanla da sorun yaşıyordur. O sorunları da birer birer inceleyecek olursa kendini geliştirecek birçok fırsatın farkına varır.

Kişisel gelişim nereden başlar sorusunun birçok yanıtı olsa da, en önemli yanıtlardan bir tanesi, insanın kendisinin farkında olmasından başlar. İnsanın kendini geliştirmesi, olumsuz özelliklerini ortadan kaldırırken, olumlu özelliklerini pekiştirmesi anlamına gelir. Diğer bir deyişle, iyi yaptığımız ve olumlu sonuç getiren davranışlarımızı çoğaltacağız ve olumsuz sonuçlar getiren davranışlarımızı (bazen de yapmadıklarımızı) değiştireceğiz. İşe, değiştirmemiz gereken davranışlarımızdan başlayabiliriz. Ne var ki, çok az kişi değiştirmesi gereken davranışların farkındadır. İnsan her zaman her durumda kendini haklı görme eğilimi gösteriyor. Dolayısıyla kim bir sorun yaşarsa yaşasın kendi açısından sorunu değerlendiriyor ve karşı tarafı haksız buluyor. Sorunu düşündüğü ya da başkasına aktardığı zaman da kendi açısından görüyor ve kendisinin haklı olduğuna ilişkin deliller yetersiz de ve mantıksız olsa da, o delil kırıntılarını kendini haklı çıkarmak için kullanıyor.

Kendimizi geliştirmek için sorunları samimi bir şekilde masaya yatırmalıyız. Bir sorunu masaya yatırabilmek için, bir sorun avcısı gibi yaşamımızdaki irili ufaklı sorunları belirlemek için bir çaba içine girmeliyiz. Ardından bir dizi sorun yakalarız. Okulda olumsuz sınav neticeleri, işyerinde yetiştirilmemiş işler, arkadaşlarla ya da ast-üstlerle ve aile üyeleriyle sorunlarımız olabilir. Birisiyle ilişkimizde bir sorun varsa, o soruna az ya da çok bizim de katkımız vardır. Dolayısıyla yaşamımızda herhangi bir konuda yaşadığımız sorunu samimi bir şekilde incelediğimizde, o sorunun bir davranışımızın ya da yapmadığımız bir davranışın sonucu olarak o sorunun ortaya çıktığını görürüz. İlişki sorunlarının dışında performans sorunları da olabilir. Diyelim ki, dersler kötü gidiyorsa ya da raporlar yetişmiyorsa, olasılıkla bu kötü gidiş bizim tembelliğimizin, zamanı iyi kullanamamamızın; yanlış bölümde çalışıyor – okuyor olmamızın, önceliklerimizi belirlemede başarısız olmamızın bir sonucu olabilir. Dolayısıyla her sorunu ameliyat masasına yatırdığımızda sorunun içinde kendimizi buluruz.

Bazı yazarlar ve danışmanlar, her şeyin insanın içinde olduğunu düşünüyor. Her şey insanın içinde değil. İnsanın içindekiler dış dünya ile ilişkiye girdiğimizde ortaya çıkıyor. Bir dağa tırmanmaya kalktığınızda kararlılık düzeyiniz, dağa bir ekip olarak çıkıyorsanız arkadaşlarınızla uyum beceriniz ortaya çıkıyor. Bir arkadaş toplantısına gittiğinizde giyim kuşam seçiminizin doğru olup olmadığını, orada yeni tanıştığınız insanlarla bir sohbet başlatıp başlatamadığınız da ortaya çıkıyor. Başlattığınız sohbetler, birden bire şiddetli bir tartışmaya ve iddialaşmaya dönüşüyorsa orada bir ilişkiyi makul bir düzeyde tutamadığınıza ilişkin bir işaret oluşuyor. Dışarıya çıktığımızda kendimizi tanıyoruz.

Birçok insan hastalandığı zaman ilaç içip onu iyileştirmeye çalışıyor. Hastalıkların neredeyse tamamı, bizim yaşam şeklimizden (yeme içme alışkanlıkları, stres düzeyi, spor yapma/yapmama) kaynaklanıyor. Vücuttaki ağrılar, acılar, şişler, ateşlenmeler, kızarıklıklar bizim yaşam şeklimizdeki hataların habercisiyken, günlük yaşamdaki tartışmalar ve sorunlar bizim kişiliğimizdeki ya da davranışlarımızdaki hataların habercisidir.

9.7.09

Küçük Beyza'dan Hayat Dersleri: En Süper Anne, Benim Annem

Spot: Yaşamda bir çok insan neyin değerli, neyin değersiz olduğunu şaşırıyor. Dikkatimizi ve enerjimizi değerli olana odaklamakta Küçük Beyza’dan öğreneceklerimiz var.

Elazığlı 10 yaşındaki Beyza Yıldırğan’ın ödüllü kompozisyonunu paylaşmak istiyorum:
Yağışlı karanlık bir gece geçirdiğimiz kaza küçücük mutlu ailemizin üstüne bir kabus gibi çöktü. Kazadan ben ve babam burnumuz bile kanamadan kurtulurken, anneciğim maalesef ağır bir şekilde yaralandı. Onu bana uzun zaman göstermediler. Nasıl göstersinler ki yaşama şansı sadece yüzde yirmiymiş. Ağır bir iç kanama geçiriyormuş. Bu nedenle annemin yanında sürekli kalan ve onu en çok gören kişi anneannemdi. Bense dedemle birlikteydim. Sürekli hastaneye gidiyor ama çoğu zaman annemi görmeden dönüyordum. Dedem inanılmaz fedakârlıklar yapıyordu benim için ama onun yerini hiçbir şey dolduramıyordu. Ona en çok ihtiyaç duyduğum bir zamanda onsuz büyüyordum, az değil altı yıl. O günlerle ilgili ilk aklıma gelen kaza sırasında annemin ayağından fırlayan botuna sahip çıkmış ve ona sıkı sıkı sarılmış olduğumdu. Hastanedeydik, polis amcalar elimden botu almaya çalıştıkça daha çok sarılıyor annemin, annemin deyip ağlıyordum.

Bir gün yine hastaneye gittik, ben yine içeri giremedim. Çok huzursuzdum. Dedem beni birilerine emanet etti ve içeri girdi. Bir süre arkasından üzgün gözlerle baktım. Birden bir kedi dikkatimi çekti. Bembeyaz tüyleri, kahverengi gözleri olan bir kediydi. Her şeyi unuttum uzun bir süre onunla oynadım. Saatler su gibi akmış; ben ise farkında bile olmamıştım. Sanki birileri anneciğime duyduğum özlemi dindirmek için onu özel olarak yollamıştı. Derken dedeciğim geldi elimden tuttu eve doğru yürümeye başladık. Kedicik bizi birkaç sokak takip etmişti. Sonra gözden kayboldu. Hüzünlenmiştim. Birden kendimi toparladım. Ben üzülürsem annem hissedebilirdi. Dedem hep öyle diyordu ya… Yemeğini yemezsen annen üzülür. Ağlarsan annen üzülür. Üzülmeyecektim çünkü annemi o kediden daha çok seviyordum. Yine bir gün hastane dönüşü evdeydik. Her zamanki gibi sadece dedem ve ben… Birden elektrikler kesildi. Öylesine karanlıktı ki… Annemin olmasını çok istedim o anda… Durumu fark eden dedeciğim aceleyle bulduğu mumu yaktı. Gölgelerin ilgimi çektiğini görünce bana gölge oyunları yaptı. Yarı karanlık odada kah duvarda bir köpek beliriyor, kah kanat çırpan bir kuş… İnanılmaz güzeldi. Günlerdir bu kadar güldüğümü ve mutlu olduğumu hatırlamıyorum.

Bir sabah dedemin telaşlı bir şekilde beni kaptığı gibi hastaneye götürdü… O gün bizi içeri alırken hiç zorluk çıkarmadılar. Yukarı çıktık çığlıklar geliyordu. “Sökün şu makineleri, ölmek istiyorum, kurtulmak istiyorum! Artık bu acılara dayanamıyorum.” Derken kapı açıldı. Anneciğim bembeyaz örtüler arasında en son gördüğümden beri inanılmaz değişmiş bir haldeydi. Ben sadece sesini benzettiğim bu kadına şaşkın şaşkın acaba gerçekten o mu diye bakarken doktor amca beni ona doğru uzattı ve adeta onu paylayarak: “ Sen kendin için yaşamayacaksın zaten. Şu kucağımdaki yavrun için yaşayacaksın.” dedi. Annem benim yüzümdeki masum ifadeyi görünce ağlamaya başladı. Sadece o da değil orada bulunan ben de dahil herkes… Ben hem ağlıyor hem de anneme takılı olan makinelerin hortumların ne işe yaradığını soruyordum. Hortumlardan birinden kanlı bir sıvı geliyordu. Doktor amca adının diren olduğunu söylediği bu hortumlar ile annemin içinde temizlik yaptıklarını ve kirleri çıkardıklarını söyledi. Sesimi çıkarmadım ama direnden de yaptığı işten de nefret etmiştim. Annem o günden ve o sözlerden sonra hayattan kopmakta iken hayata dört elle, sevginin verdiği güçle yeniden sarıldı ve benim için yaşadı. Neticede geçirdiği sekiz ameliyattan sonra anneciğim şimdi çok iyi. Ancak akciğerinin biri hava kaçıran bir balon gibi -tüm uğraşılara rağmen- söndüğü için alındı. Akciğerin olması gereken yerde şimdi büyük bir boşluk var. Ben işte bu boşluğu kocaman sevgimle doldurmaya çalışıyorum. Anneciğimi davranışlarımla, eğitim hayatımdaki başarılarımla mutlu ederek yaşadığı acıları unutturmak en büyük hedefim… Beş kilogramdan fazla kaldırması yasak olduğu için anneciğim beni asla kucağına alıp sevemese de yavrusunu kucağında taşıyan bir anne gördüğümde yüreğim hep sızlasa da O, hayatta ya bu her şeye değer.