15.8.09

İnsan İştahlı İnsan

Nurhan'ın ailesi, Nurhan'ın bütün becerilerinin ortaya çıkmasını istiyordu. İlkokul ikinci sınıfta Nurhan'ı bir mandolin kursuna gönderdiler. Nurhan mandolin ile ikinci ayın sonunda ünlü "Love Story" filminin şarkısını çalabiliyordu. Ailesi Nurhan'ın bu performansına hayran olmuştu. Annesi bir arkadaşını ziyaret ettiğinde, arkadaşının kızının kendi kategorisinde yüzme madalyası aldığını öğrendi. Eşiyle görüşerek Nurhan'ı da bir yüzme programına yazdırdı. Üç ay sonra Nurhan küçük bir yarışmada ikinci oldu. Annesi-babası yine çok mutluydu. Bu arada babası bir dergide evde bir hayvan beslemenin çocuklarda sosyal becerileri geliştirdiğini okudu. Nurhan ile evcil hayvanların satıldığı bir dükkana gittiler; Nurhan'a beğendiği bir köpeği aldılar. Ona "Köpük" adını verdiler. İlk başta Köpük'e bakmak çok zor oldu. Çünkü hayvana evde nereye dışkılayacağını öğretemediler. Köpük bir insan gibi sözden anlamıyordu. Bir gün evdeki halıya katı dışkısını yapınca, annesi babasına "Bu hayvanı getirmesini bildiğin gibi, pisliğini temizlemesini de biliyor olmalısın." dedi. Babası da Nurhan'a "Kızım, Köpük'ü senin sorumluluk duygunu geliştirmesi için aldık; sen temizlemelisin." dedi. Nurhan, hiç sitem etmeden halıyı temizlemeye başladı.

Nurhan, her sabah erkenden ve akşamda okuldan gelince köpeği gezdiriyordu. Ancak köpeği gezdirmek için sabah oldukça erken kalkıyordu. Aksi takdirde okula yetişemiyordu. Bu arada mandolin çalışması gerekiyordu. Öğretmeni bir sürü ödev veriyordu. Her gün yarım saat çalışması gerekiyordu. Nurhan çok çalışkandı ve ödevini yapmak için çok çabalıyordu. Bu arada hem okulun derslerini yetiştirmek, hem mandolin çalışmak, hem de köpeği gezdirmek Nurhan'ın tüm zamanını alıyordu. Hafta sonu da yüzmeye gidiyordu. Derken okuldan bir yazı geldi. Okulda hafta sonu öğleden sonraları, küçük bir ücret karşılığı takviye ders verilecekti. Nurhan'ın anne-babası da "Aman kızımız geri kalmasın" diyerek bu derslere de kayıt yaptırdılar. Böylece Cumartesi sabahları, Nurhan önce köpeği gezdiriyor, ardından yüzmeye gidiyor; sonra da okulun takviye derslerine gidiyordu; dönünce de köpeğini gezdiriyordu.

İlkokul dördüncü sınıfa geldiğinde sınıf arkadaşlarından bir tanesi olan Mahir, kendi şehirlerinde satranç şampiyonu olmuştu. Mahir'in başarısı tüm okulda konuşuluyordu. Bütün sınıf arkadaşları, Mahir ile aynı sınıfta olmaktan gurur duyuyordu. Nurhan, Mahir'in en az kendisi kadar meşgul olduğunu biliyordu. Kendisi de çok meşguldü ama ne müzikte kayda değer bir başarısı vardı. Ne de yüzme de şehir çapında bir başarı elde etmişti. Köpük'e de yeterince zaman ayıramıyordu. Onu her sabah ve akşam gezdiriyordu; ama evdeyken müzikle uğraştığı için ya da ders çalıştığı için onunla tam ilgilenemiyordu. Bir teneffüste Mahir'in yanına gitti ve satrançtaki başarısının sırrını sordu. Mahir de "Basit bir numaram var. Yaptığım işe bir hayvan gibi yaklaşıyorum." dedi. Nurhan bu cevaba çok şaşırdı, "nasıl yani?" dedi.

"Çok basit. Hayvanların bir numarası vardır. İki tane değil. Örneğin, kaplumbağanın evi sırtındadır. Köpekler çok iyi koku alır. Baykuşlar gece görebilirler. Yarasalar sonar sistemiyle ilerler. Çitalar çok hızlıdır. Kaplanlarda çok yırtıcıdır. Zürafaların boyu da çok uzun. Filler çok büyüktür. Ama bu saydıklarımın hiçbiri iki işi aynı anda yapmazlar. Örneğin Baykuş hem gece görüp hem de yılan gibi sokmaz. Filler çok büyüktür ama Çitalar gibi hızlı koşmazlar. Kaplumbağaların evi sırtındadır ama köpekbalığı gibi yırtıcı dişleri yoktur. Köpekler çok iyi koku alır; ama kirpi gibi dikenleri yoktur."

"Bütün bunların senin satranç başarınla ne ilgisi var?"

"Ben bir tek satrançla uğraşıyorum. Babam bana tenis de oynamamı önerdi; aynı zamanda ata binmemi de ve bir yabancı dil kursuna gitmemi de. Ekonomik durumumuz da bütün bu kursları karşılamaya müsait. Açıkçası benim de ilgimi çeken konularda kurslardı bunlar. Ama hayvanları başarılı kılan tek bir iş yapmaları. Ben de tek bir işe kafayı takarsam, bunda başarılı olabileceğime inandım. İlkokul birinci sınıftan beri satranç oynuyorum. Oyunu zevkle oynuyorum ve daha uzun yıllar, belki de dünya şampiyonu oluncaya kadar sürdürmeyi düşünüyorum. Ama eğer ikinci bir işe elimi atsam başarısız olurdum. Başarılı olmak için komik ama hayvan gibi davranmak lazım. İnsan gibi olunca çok cephede savaşıp kaybediyoruz. Hani konudan konuya atlayanlara derler ya 'Maymun iştahlı', bu söz gerçeği yansıtmıyor; asıl 'insan iştahlı' demek lazım. Çünkü sıradan bir insan odaklanmayı bilmiyor."

7.8.09

Tünel Bakış Açısı

İnsan psikolojisi oldukça ilginç çalışıyor. Özellikle çocuklar ve gençler bazen yaşadıkları küçük dünyayı büyük dünya zannediyorlar. Örneğin, bir genç kendisini yetersiz hissediyor. Çevresindekiler de verdikleri olumsuz geribildirimlerle gencin bu düşüncesini destekliyorlar. Aslında söz konusu genç sıradan performansın biraz üstünde performansa sahip. Ama bunu fark edecek durumu yok.

Bir tüneli içinden, dünya ne kadar görünürse o kadar görünüyor. Yeterince ışık ve hava yok.

Bazen de iki kardeş arasındaki sorunlar da aynı şeye yol açıyor. Altlı üstlü ranzada kalan iki kardeş, birbirleriyle iyi de geçinebilirler; kötü de. Hepimiz birbirimize benzemek zorunda değiliz. Ama farklılıklarımız da bir geçimsizlik kaynağı olmak zorunda değil. Öyle olduğunda da bu dünyanın çok küçük bir parçası.

Bazen bir spor turnuvası, bu turnuvadaki insanlar için hayatın en önemli noktası oluyor. Bir satranç turnuvasında, bir anne maça girerken şöyle sesleniyor: "Bu maçı kaybedersen eve giremezsin." Halbuki sayısız çocuk var ki, hayatlarında bir satranç taşına bile dokunmamış. Ya da sayısız turnuva yapılıyor. Birinde başarılı olamazsan bir başkasında başarılı olabilirsin.

Üniversite öğrencileri de bazen tünel bakış açısına kilitleniyorlar. Okulda işler iyi gitmiyor; aileleriyle işler iyi gitmiyor; sosyal yaşamlarında işler iyi gitmiyor. Aslında birkaç küçük değişiklik ve çabayla iyi de gidebilir ama onlar tünel bakış açısına kilitlenmiş şekilde başka hiçbir şeye bakamıyorlar.

Bir lise öğrencisi hormonlarının etkisiyle bir genç kıza ya da genç erkeğe aşık oluyor. Bir şekilde arkadaşlık etmeye de başlarsa bu ilişkideki tüm sorunlar, dünyanın en büyük sorunlarına dönüşüyor. O kadar ki, bu gençler, başka hiçbir şeyi düşünemiyor. Afrika'daki açlık, Ortadoğu'daki savaş, Türkiye'nin ekonomik sorunları ya da yaşamın bin bir türlü güzel yüzü, güzel bir şiir ya da güzel bir şarkı veya güzel bir yemeğin lezzeti, sahip olduklarımızın güzellikleri veya değişik fırsatlar gündeme giremiyor.

Tünel nedir? Tünel, bazen bir dağın içinden geçer ve bir kestirmedir. Eğer çok uzunsa ve biz çok yavaşsak diğer arabaların tozu, egzoz dumanı bize o tüneli yaşanmaz hale getirir. Bir yol bulup çıkmak da çok zor olabilir. Bazen bir tünel bacası bizi rahatlatır. Bazı tüneller de bir boru formundadır. İster bir dağın içinde olsun; ister boru formunda olsun tünelin dışında koca bir dünya vardır.

Bazı tüneller yılan gibi dolanır dururlar. Tünelin ucundaki ışık da görünmez yani. Tünel bir iki aydınlatma biriminin ışığıyla loş kalır. Böyle durumlarda insan, çok az ışık geldiği için dış dünyayı tamamen unutur. Onun için aklı başında insanlarla takılmak ve zaman geçirmek, tünel bakış açısının belki de en önemli panzehirlerinden biridir.

Dışarıda koca bir dünya var. Bizim küçücük dünyalarımızın kocaman zannettiğimiz minicik sorunları bize fark ettirmese de dışarıda koca bir dünya ve bu dünyanın sonsuz rengi ve lezzeti var.

Tünel bakış açısına kilitlenenlerdenseniz, ister bir baca açarak, ister bir kazmayla bu tüneli kırarak, isterse koşar adım tünelin sonuna varmak için koşarak harekete geçmek ve büyük dünyanın sonsuz ışığına ulaşmak gerek.