7.11.10

Solungaç

“Thomas S. Szasz diyor ki, beden için oksijen neyse, ruh için de özsaygı odur. Bir insanın aldığı oksijen biterse bedeni ölür; özsaygısı biterse ruhu da ölür. Sorun, özsaygımızın kaynağını bulabilmekte.”

Eski asistanlarımdan biri, “solungaç” diye bir internet adı aldığında ona bunu değiştirmesini söylemiştim. Solungaç sözünün negatif bir çağrışımı olduğunu düşünüyordum çünkü. Yaşamımızda olumsuz çağrışımları olan isimleri, kavramları kullandığımız sürece, bunlar bize de olumsuz bir program yapıyor diye düşünüyorum. BBC’nin hazırladığı “hipnotizma” ile ilgili bir belgeselde şaşırtıcı bir araştırma paylaşılıyor. Belirli bir tedaviden sonra bir hasta grubuna “Placebo-sahte” ilaç, diğer gruba ise gerçek ilaç veriliyor. Bu tür araştırmaların sonucunda sahte ilaç alanlar da iyileşme gösterir genelde. Fakat bu araştırma daha da ilginç bir netice veriyor. Sahte ilaç alanlar, gerçek ilaç alanlardan daha hızlı iyileşmiş. Dolayısıyla insanın inancı bu örnekte gerçek etken maddelerden daha etkili olmuş.

Ancak bu yazıdaki amacım, insanın inancının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak değil. İnsanların “Solungaç”lara duydukları ihtiyacın altını çizmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir arada olduğum bir grup profesyonel çalışan üstünde yaptığım gözlemler, onlar ifade etmeseler de hepsinin birer solungaca ihtiyaç duyduklarını hissettirdi. Solungaç deyince, basit birer burun deliği değil, periskop gibi yukarı çıkan boruları kastediyorum. Soluduğumuz hava o kadar kirlenmiş ki, içinde bulunduğumuz hava tabakasının üstünden oksijen almak gerekiyor. Okul, iş ve aile çevremizdeki bu havasızlık psikolojik olarak bizi çok etkiliyor. Nefes alıp verdiğimiz ortam, temel olarak bütün zamanımızı ayırdığımız işimiz, okulumuz ve ailemiz tarafından belirleniyor. Oksijen yetersiz geldiğinde bunalıma / depresyona giriyoruz. Eğer içinde bulunduğumuz ortamdan yeterince oksijen alamıyorsak solungaçlara ihtiyaç duyuyoruz.

Bir akvaryumdaki bulanık su, nasıl balıkları sarhoş ediyor; bilinçlerini belirli ölçüde kapatıyor ve sağlıklarını bozuyorsa, bulanık ve puslu bir ortam da bizlerin bilincini kapatıyor ve sağlığımızı bozuyor. Ancak uzun birer boruya benzeyen ve temiz hava tabakasından oksijen çekebilen solungaçlar işlevsel değil. Marifet, puslu hava tabakasını temizlemek ya da puslu havanın olmadığı bir yere gitmek.

Dünyadaki en büyük sorunlardan bir tanesi ortamdan kaynakları fark etme sorunudur. Nasıl balıklar içinde yüzdükleri suyu fark edemiyorlarsa, birçok insanda ruhlarına yetişmeyen oksijenin aslında o ortamda bulunmadığını anlayamıyorlar. Çalıştıkları şirketi değiştiren birçok kişi, işyerlerini değiştirdiklerinde bir şeylerin değişeceğini zannediyorlar, ama birçok örnekte değişmiyor. Çünkü, iş dünyasının ilkeleri her işletmede geçerli. Aile ortamlarının oksijensizliğinden kaçmak için evlenen insanlar farkında olmadan, kendi anne-babalarınınki gibi bir aile ortamı kuruyorlar. Çünkü aile ilişkilerindeki kullandığımız ilkelerde aynı, kişiler değiştiğinde (akvaryumlar değiştiğinde) sonuçlar değişmiyor.

Peki, ne yapacağız? Bu sorunun cevabı önemli ölçüde, kendi yaşamımızı daha derinden sorgulamaktan geçiyor. Bu sorunun herkese uygun hazır bir cevabı yok. Herkes kendi cevabını bulacak; tabi önce bir cevap ihtiyacı olduğunu fark edecek, daha sonra cevabı arayacak.

Hiç yorum yok: