24.3.13

Güzel Haberler…

Kimisi milyoner olmayı, kimisi çok ünlü olmayı hayal eder, bense çocukluğumdan beri semt ve üniversite kütüphanelerinin 24 saat açık olmasını hayal ederim. Geçtiğimiz günlerde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’ne bir konuşma için gittiğimde bu hayalimin gerçek olduğunu gördüm. Üniversitenin değerli ve vizyoner rektörü Prof.Dr. Sedat Laçiner’in girişimiyle üniversite kütüphanesi Türkiye’nin 24 saat açık olan ilk kütüphanesi olmuş. Erişilebilen eser sayısı 500 bini geçen üniversite kütüphanesinin yeni hedefi 1 milyon kitaba ulaşmak.

Bitlis Valisi Veysel Yurdakul önderliğinde Bitlis’te ve Doğu Anadolu’da bir okuma ve eğitim devrimi gerçekleşiyor. Doğu Okuyor projesi kapsamında Bitlis Eğitim Tanıtım Vakfı başkanı Ahmet Eren’in desteğiyle alınan katkıyla 100 bin kitap ve 100 yazar Bitlis başta olmak üzere on ildeki öğrencilerle buluşuyor. Kitaplar önce çocuklara ulaştırılıyor. Ardından Bitlis’e giden yazarlar, kendi kitaplarını okumuş öğrencilerle yüzyüze gelip konferans veriyor. Bitlis Milli Eğitim Müdürü Mehmet Emin Korkmaz’dan aldığım bilgilere göre eğitimde inanılmaz başarılar elde edilmiş. 2010 ve 2011 yıllarında Biltis, LYS Türkçe-Sosyal Alanında Türkiye birincisi olmuş. Türkiye’nin bu küçük ilinin bu başarısının arkasında neler var? Her okulun ve her öğrencinin hedefleri var. Öğretmenler, ailelerle birlikte çalışıyor ve öğrenciler hedeflerini yakalıyor. Okullarda her gün 20 dakika kitap okunuyor. Tüm öğrencilerin sosyal, sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunması sağlanıyor. Bitlis’te yaşamış 24 ışık şahsiyetin yaşam öykülerini ve eserlerini inceleyen çocuklar kendilerine bir tür pusula ediniyor. Bitlis TV kanalı her gün öğrencilere dönük sayısal dersler içeren yayın yapıyor. Öğrenciler ayrıca Van Gölü kıyısında okuma kamplarına katılarak hem okuyor hem de spor yapıyor.

Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde 30 bin kişi aynı anda anda Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabındaki Anadolu isimli şiirini okuyarak Guinness Rekorlar Kitabına girmeyi başardı. Artık Doğu Anadolu olumsuz haberlerle değil, eğitim ve kültür haberleriyle daha fazla anılacak gibi.

İzmir’deki Gediz Üniversitesi’nin kampüsüne her gittiğimde hayran oluyorum. Hobi olarak dünyadaki üniversitelerin kampüslerini gezen biri olarak Gediz Üniversitesi’nin muhteşem kampüsüyle gurur duyuyorum. Son ziyaretimde üniversitenin yenilikçi Rektörü Prof. Dr. Seyfullah Çevik’in başkanlığında bir ekibin Güney Amerika’daki üniversitelerle işbirliği yapmaya başladığını öğrendim. Dünya ekonomisi değişirken BRİC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkeleriyle her alanda daha fazla işbirliğine ihtiyaç var.

Bazen bana öyle geliyor ki, dünyada iki tür insan var; tutucular ve değişimciler. Tutucular yeni bir şeyin niçin ve neden yapılamaz olduğunu ispatlamak, değişimcilerin önünü kesmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bilim, sanat, üniversite, bürokrasi, siyaset, iş dünyası her alanda bu insanları görüyoruz. Neyse ki, devir değişimcilerin devri… Değişeceğiz, çünkü gelişme değişimle mümkün oluyor.

23.3.13

Kitaplara Aşık Bir Adamın Notları…

Önceden okuduğum birçok muhteşem kitabın baskısı yok. Örneğin, Şans Faktörü; Beşinci Disiplin, Mor İnek, Değişim Mühendisliği ve şu anda sayamadığım diğerleri piyasada yok, kimseye tavsiye edemiyorum. Bazen yeni bir kitabı bulmak bile çok zor oluyor. Geçtiğim günlerde Mevlana İdris Zengin’in kitaplarını Kadıköy’ün bütün büyük kitapçılarında aradım; 10 kadar eseri olan bu tanınmış yazarın hiçbir eserini bulamadım. Elimde imkan olsa tüm yayınevlerini, yazarları ve okurlarını karşıma alıp danışmanlık yapmak isterdim. Söyleyeceğim şey şu olurdu: “Yeni baskısı olmayan kitapları veya iyi dağıtamadığınız kitapları lütfen e-kitap olarak internette satışa koyun.” Benim gibi bu kitapları mutlaka bulmak isteyen varsa hiç olmazsa cep telefonundan ya da tabletinden alsın okusun. Bu arada sevgili okurlarım sizle de paylaşmak isterim ki, bir kitabın sayfalarını çevirmek ne kadar size hoş geliyorsa da e-kitap da çok pratik; onlarca kitabı sadece bir cihazda taşıyorsunuz ve daha önce Kindle hakkındaki yazımı okursanız bu cihazların birçok üstünlüğü olduğunu görürsünüz. İdefix’in e-kitap sistemi fena değil, üstelik iPad, iPhone ve tabletlerde de çalışıyor; olasılıkla bende olmayan android sistemli cihazlarda da… Hemen telefonunuza kurun, içinde 10 kadar da bedava kitap var; indirin, okumayı deneyin. Son derece pratik ve keyifli. D&R’ın da böyle bir sistemi var; ama tecrübeme göre sanırım onların sistemlerini biraz daha geliştirmesi gerekli.

Yalova Üniversitesi’nde verdiğim tüm dersler için çoğu Harvard Üniversitesi yayını olan Optimist tarafından Türkçeye çevrilmiş kitapları kullanıyorum. İster lisans dersi olsun, ister yüksek lisans dersi, bir derste bir-iki kitap okutmak öğrencilere haksızlık oluyor gibi geliyor. Öğrencilerin tembel olduğunu ve 8-10 kitap okuyamayacaklarını düşünebilirsiniz; ama bir kitabı tatlıya benzetirsek eşsiz bir tatlıdan nasıl birkaç porsiyon yemek istersek, tadına doyum olmayan kitaplardan da daha çok okumak isteyebiliriz. Bir de yapabileceklerimizi önyargılarımız belirliyor. “Haftada 7 kitap okuyabilirim” diye düşünen biri için 12 haftada 10 kitap dişinin kovuğuna bile gitmez. Ama “yılda bir kitap okuyabilirim” diyen biri için 12 haftada 10 kitap çok gelir. Bir şeyin çokluğu ya da azlığı bizim düşüncelerimize ve o şeyin lezzetine bağlıdır. Muhteşem lezzetli şeyler az, sıkıcı ve kalitesiz şeyler fazla gelir.

Optimist Yayınları şu sıralar Harvard Business Review’den Esaslar diye bir seri yayınlıyor. Tüm işletme hocalarına tavsiye ederim. Aynı yayınevinin Harvard Pocket Mentor (cep kitap dizisi) işletmede lisans düzeyinde birçok dersi işlemek için kaynak olabilir. İnsan Kaynakları dersi için 6 cep kitabı seçtim; kitapları öğrenen öğrencilerden birinin tepkisini paylaşmak isterim: “Hocam bize daha çok “değerli” kitap önerebilir misiniz?” Bu tepki şunu gösteriyor; öğrenciler okumayı sevmiyor ve istemiyor değil; can sıkıcı, okur dostu olmayan ve dişe dokunmayan şeyler okumak istemiyorlar.

Çok kitap okumayı kolaylaştıracak bir tecrübemi paylaşayım; her toplu ulaşım aracını kullandığımda vapur, metrobüs, ido, tren, uçak yanıma hiç başlamadığım bir kitap alıyorum. O seyahatte ona başlangıç yapıyorum. Ne kadar okuyabilirsem, 40 sayfa, 100 sayfa ya da 200 sayfa… Seyahatin süresine ve o anki konsantrasyonuma göre miktar değişiyor. Böyle yaptığınızda her gün dışarı çıkıyorsanız her ay elinize en az 30 kitap geçer. Mütevazı düzeyde, gidiş dönüşte günlük 40 sayfa okusanız ayda minimun 1200 sayfa okumuş ve birçok yazarla tanışmış olursunuz. Arada çok hoşunuza giden yazarların kitaplarını da okumaya evde devam edersiniz.

9.3.13

Amazon.com ya da Yurtiçi Kargo olmak

Amazon firması, öyle başarılı bir performans çiziyor ki, Apple, Google ve Microsoft gibi teknoloji devlerini kısa bir sürede geri bırakırsa hiç şaşırmayın. Amazon'u bilmeyen herhalde çok azdır; Amerika merkezli başta kitap alışverişi olmak üzere internetin en büyük perakende satış şirketidir. Müşterilerine kendi okuma cihazları, tabletleri, telefonları ve kişisel bilgisayarları üzerinden ulaşmaktadır. ABD’dedeki alışverişlerimin tamamına yakınını amazon.com adresinden yapıyorum. Çünkü fiyat karşılaştırma imkanı vermekle kalmıyor, en iyi fiyatları en iyi müşteri hizmetiyle sunuyor. Bir ürünü hatalı olduğu için iade etmek istedim. Ürünün hatalı olduğunu internet üstünde belirttikten hemen sonra bana ertesi akşam bir UPS görevlisinin geleceğini, eğer bana ulaşamazlarsa aynı görevlinin 3 kez geleceğini, yine de ulaşılamazsa bir UPS ofisine gitmemi istediler. UPS görevlisi gelip hazır bir adres etiketini yapıştırıp ürünü hiçbir sorgu sual ve yazı olmadan teslim aldı, ertesi gün de para iadem yapıldı. Amazon.com’un özel üyesi (prime member) iseniz, size herhangi bir tabletten izleyebileceğiniz yaklaşık 20 bin film, dizi ya da belgeseli ücretsiz olarak sunuyorlar. Bir filmi seçip izlemek istediğinizde bir saniye sonra film başlıyor. Filmin ortasında bir telefon geldi, dışarı çıkmak zorunda kaldınız. Tabletinizi de kapattınız. Bir hafta sonra filmi hatırladınız ve izlemek için başka bir tabletten tıkladığınızda amazon.com size soruyor. “kaldığınız yerden mi izlemek istersiniz, yoksa baştan mı gösterelim?” Son zamanda şirketler için şöyle bir ifade kullanıyorum. Bugün şirket yönetimi, “kendini müşterilerine sevdirme” aşamasına gelmiştir. Amazon alışveriş sürecinde öyle olağanüstü bir performans gösteriyor ki, şirketi seviyoruz, tıpkı bir dostumuzu sever gibi.

Bir de bunun tam tersini hissettiren şirketler var. Geçtiğimiz hafta Kayseri’den değerli dostum avukat Murat Çolak, Kayseri’nin muhteşem mantı markası Nostalji’den birkaç paket mantıyı Yurtiçi Kargo ile benim adıma gönderiyor. Ofisin boş olduğu bir anda Yurtiçi Kargo personeli geliyor ve yapıştığı yerden sadece yırtarak çıkarabildiğiniz bir not bırakıyor. Ben şehir dışında olduğum için asistanım haber veriyor; kargo notuyla birlikte kendi kartvizitini ve üstünde benim ismim olan şirket kartvizitimi alarak Yurtiçi Kargo Moda şubesine gidiyor. Benim nüfus cüzdanımla birlikte gelmediğim takdirde kargoyu teslim etmeyeceklerini söylüyorlar. Asistanım hayal kırıklığıyla ayrılıyor. Araya hafta sonu giriyor; Yurtiçi Kargo’nun Kayseri şubesi beni arıyor ve kargoyu hatırlatıyor. Ben de şehir dışında olduğumu söylüyorum; teslim almaları için asistanımın ve apartman görevlisinin ismini vermeye çalışıyorum. Nedense telefon kesiliyor ve Kayseri şubesi kesilen telefon görüşmesini tazelemek için tekrar arama ihtiyacı duymuyor. Apartman görevlimize kargoyu almaya gitmesini rica ediyorum. Gidince ona da vermiyorlar, oradan beni arıyor. Moda şubesinin yöneticisi Mehtap Hanım’a şehir dışında olduğumu nüfus cüzdanımı ulaştıramayacağımı söylüyorum. Kendisine gazete yazarı, üniversite hocası olduğumu, sürekli müşterileri olduğumuzu, kargoyu almak için 2 kişi gönderdiğimi ve yardımcı olmasını söylüyorum. Mehtap Hanım kesinlikle veremeyiz diyor ve apartman görevlisinin telefonunu masaya fırlatıyor. Şikayet etmek için Yurtiçi Kargo’nun web sitesinde bulduğum Genel Müdürlük telefonunu arıyorum 15 dakika boyunca telefona kimse ama hiç kimse cevap vermiyor. Çağrı merkezini arıyorum, orada görüştüğüm hanıma durumu anlatıyorum. Hanımefendi kargoyu nüfus cüzdanınız olmadan kimseye veremeyiz diyor. Sinirleniyorum, “KARGOYU İSTEMİYORUM, LÜTFEN KARGOYU YAKIN” diyorum. Çağrı merkezindeki hanım “Peki” diyor. İsteği yerine getirilecek memnun bir müşteri olarak telefonu kapatıyorum.

8.3.13

Dr. Mehmet Öz’den Genç Kalmanın Sırları

“Dr. Mehmet Öz’ün Dr. Michael F. Roisen ile yazdığı kitabın alt başlığı gerçekten ilgi çekici: “Garanti Sürenizi Uzatma Kılavuzu

Yazıya başlamadan önce belirtmek istediğim bir şey var. Sağlıklı yaşamak için birçok davranış değişikliği yapmak gerekiyor. Bütün bu davranış değişiklikleri ise düşünsel değişikliklere muhtaç. Düşünsel değişiklik yapmak için haftada bir ya da ayda bir kez olsun, sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme, sağlıklı spor gibi konularda bir kitap okumak insanı kendi vücuduna bakıma odaklayabilir. Hayatınızda bir tane, sağlıklı yaşam kitabı okumanın faydası, tüm ömrünüz boyunca bir ay spor salonuna gitmeye benzeyebilir.

Şimdi gelelim Dr. Öz ve Dr. Roisen’in kitabına. Yazarlar, yaşlılık kaçınılmazsa da sağlığımızı ve gençliğimizi muhafaza etmek için öneriler getiriyorlar. Bir kısmına kendi yorumlarımı ve önerilerimi de katarak zenginleştirerek paylaşacağım. Yazarlar her gün 30 dakika yürümeyi tavsiye ediyor. İnsan evde de yürüyebilir; dışarıda da. Mevsim koşulları izin vermediği zaman ne yapabiliriz? Fiziksel faaliyet önemliyse, başka şeyler de yapılabilir. Yüzülebilir; şınav ya da mekik çekilebilir. Ancak spor da sıkıcı gelebilir. Üç top çevirmeyi öğrenmeye çalışmak ya da masa raketiyle topu hiç düşürmeden bine kadar saydırmak da ciddi ve daha eğlenceli bir fiziksel alıştırma olabilir.

İlerleyen yaşta dişlerinizi kaybetmek istemiyorsanız, diş fırçasıyla yetinmeyin diş ipi kullanmanız gerekiyor. Daha diş bile fırçalayamazken nasıl olacak da diş ipiyle temizlik yapacağız? Benim bulduğum paliyatif çarelerden biri diş aralarında kalacak yiyecekleri daha az tüketmek. Örneğin, kişisel olarak reçel yemeyi çok azalttım. Kahvaltıdan sonra çok az zaman diş fırçalıyoruz. İlk fırçalamaya kadar şekerler orada kalıyor.

Uzun yaşamanın sırrı besin çeşitliliği diyebilirim. Dr. Öz ve Dr. Roisen, kitaplarında çeşitli yaşlanma sorunlarına iyi gelen birçok besini sıralamış. Ancak benim anladığım kadarıyla esas sorun, evimizde ya da dışarıda hep aynı şeyleri yememiz. Aileler, bir aylık bir mönü yaparak, aile üyelerinin yemek girdilerini takip etmesi fevkalade anlamlı. Tabi mönüde daha sık bulundurabileceğimiz bazı şeyler olabilir: Domates, Brokoli, Brüksel lahanası, ceviz içi, fındık ve kuru üzüm.

Dr. Öz ve Dr. Roisen uykunun da önemli olduğunu belirtiyorlar. Her gün 7-8 saat uyumak için bir program yapmalı diyorlar. Benim bu konudaki önerim, elinize bir kitap alıp gece 10 sularında yatağa girmek. Yarım saat içinde uykuya dalıp sabah 6’da uyanacaksınız.

Uzun yaşamak için yazarların önerdiklerinin başında meditasyon ya da namaz geliyor. Ruhlarımızın kendini şarj edebilmesi, yoğunlaşabilmesi ve yenilenip canlanabilmesi için sükunet dakikalarına ihtiyaç var. Yazarlar aynı zamanda bir şükredilecekler listesi hazırlamanın çok iyi olacağını belirtiyorlar.

Yazarlar, bu yürüme işinin üstünde duruyorlar ve kaç adım atıldığını takip etmek için mutlaka pedometre kullanılmasını istiyorlar. Diyetle ilgili verdikleri reçete de oldukça etkili. Her gün normal yediğinizin dörtte üçünü yiyin diyorlar. Limonlu suyun ve yeşil çayın toksinleri temizlediğini ve su tutulmasını önlediği belirtiliyor. Diyet için yaptıkları önerilerden biri de haftada bir gün bir vejetaryen gibi beslenmek. Kendi hesabıma misafirlikte değilsem, vejetaryen gibi besleniyorum. Yazarlar insanın ailesine vakit ayırmasının da sağlığına iyi geleceğini belirtiyorlar. İki hekim, kişisel gelişim kitaplarına da değiniyorlar; bunları okumakla kalmaktan öteye uygulamamız gerektiğini belirtiyorlar. Sağlıklı yaşam için ilave bir önerileri de televizyon ve medyadan uzak durmak. Önerilerinden bir tanesi de eski düşmanlardan birini daha affetmek. Grip aşısının da her yıl yapılması önerilenin arasında. Aynı zamanda kitapta belirtilen tüm aşıları da periyodik bir halde vurulmakta fayda var diye düşündüm.

23 Ekim 2011

4.3.13

Sıra Dışı Öğretmen Olmak

Kıdemli ekip arkadaşım Esra Nur Erbil’in tavsiye ettiği “3 Idiots-3 Budala” filmini bu yaz kahkahalar ve gözyaşları içinde seyrettik. Üniversite eğitiminin nasıl olması gerektiğini, üniversitede nasıl bir profesör olmamız gerektiğini, nasıl öğrenciler olmamız gerektiğini anlatan müthiş bir film. Hangi çalışmaların ve hangi tip öğrenme anlayışının (eğitim demiyorum) bizi liderliğe taşıyacağına ilişkin muhteşem bir sorgulama. Başta tüm üniversite hocalarına, öğrencilerine ve mesleği öğretmenlik olanlara ve eğitim konularına ilgi duyanlarına hararetle tavsiye ediyorum. Filmin öyküsü bir öğrencinin mühendislik okuluna başlaması, okulda geçirdiği dört yıl ve aradan 10 yıl geçtikten sonra neler olduğuyla ilgili. Dolayısıyla harika bir inceleme; çünkü hem üniversite hayatını hem de okulun insan hayatındaki sonuçları analiz ediyor.

Yıllar öncesinde İstanbul’daki ilk Sıra Dışı Yaşam Becerileri sınıfından öğrenme ortağım Hasan Ahmet Gökçe, bir ara beni ziyaret ettiğinde “Taare Zameen Par-Her Çocuk Özeldir-Every Child is Special” isimli bir başka Hint filmini mutlaka izlemem gerektiğini, filmin beni anlattığını da söyledi. Hemen izleyemesem de sonradan bu filmin de sıra dışı öğretmenlik konusunda bir başyapıt olduğunu keşfettim. Film, yıllardır savunduğum fikirlerin görsel bir şöleniydi. Milli Eğitim Bakanlığı bu filmi tüm okullarda öğretmen ve öğrencilere göstermeli. Çok berrak şekilde ezberci öğretmenlik ve yenilikçi öğretmenlik nasıl olur muhteşem bir şekilde ortaya koyuyor.

Konumuz olmasa da başka iki Hint filmini de izlemenizi önermek isterim. Bunlardan birincisi English Vinglish, aile değerleri ve bir ulusun kendi diline ve kültürüne sahip çıkması konusunda muhteşem bir hikaye. Ayrıca Hint aile değerlerinin Türk aile değerlerine ne kadar yakın olduğunu da gösteriyor. Önereceğim ikinci film ise Barfi. Özellikle umutsuz, kötümser, depresyondaki insanların bu filmdeki sağır dilsiz Barfi karakterinin fiziksel engellerine karşı nasıl dünyanın en mutlu insanı olduğunu görmelerini isterim.

15 Şubat günü Gaziantep’te Zirve Üniversitesi’nde hem idarecilere hem de öğrencilere iki konferans verdim. Öncelikle idareci kadronun beni kendilerine hayran bıraktığını söylemek isterim. Hepsi lisans ve lisansüstü derecelere (master ve doktora derecelerine) sahipken hala kendilerini geliştirmek için eğitimci ve konuşmacı çağırıyorlardı. Tüm üniversitelerimizin idareci ve akademisyen kadrolarının aynı şekilde kibirden uzak bir şekilde öğrenmeye açık olmalarını dilerim. Zirve Üniversitesi’nin Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Fatih Töremen, henüz dördüncü yılında olan üniversitenin 55 ülkeden öğrencisi olduğunu söyledi. Bu kadar kısa sürede böylesi bir uluslararası iltifat gerçekten hayranlık verici. Okulda Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği ve Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği bölümleri var. Okulda muhteşem bir sanal navigasyon-seyir sistemi de bulunuyor; okulun hocalarının hoşgörüsüyle Gaziantep’te dümenin başına geçip bir gemiyi İstanbul Boğazı’nda kullandım. Zirve Üniversitesi’nin denizi olmayan Gaziantep’te denizcilik bölümleri açması, idarenin ne kadar açık fikirli ve yenilikçi olduğunu gösteriyor.

Milli Eğitim Bakanımız Prof.Dr. Nabi Avcı’nın sorgulayıcı kişiliği ile eğitim alanında çığır açacağını ümit ediyorum. Umarım öğretmenlerimizin hepsinin derslere yaratıcı ve yenilikçi bir hazırlık yaparak gelmeleri konusunda büyük bir hareket başlatır.

3.3.13

Milli Parklar için Köprü Kuralım

Geçen Cumartesi Bisikletliler Derneği Başkanı değerli insan Murat Suyabatmaz önemli bir mesele olduğunu belirterek benimle görüşmek istedi. Kendisinden 86 sivil toplum kuruluşunun yaptığı incelemelere göre TBMM’de hazırlanan kanun Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’nın önemli mahzurları bulunduğunu öğrendim. Kanun tasarısı aslında ülkemizde biyolojik çeşitliliğin ve doğanın daha etkili korunması için kurumsal ve yasal çerçeve oluşturmak amacını taşıyor. Ancak Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle TBMM’den geçmesi durumunda, ülkemizdeki ormanların, sulak alanların, kıyıların ve bütün diğer doğal alanların geri dönüşü olmayacak tahribatlara karşı savunmasız kalmasına yol açacak gibi görünüyor. Hazırlanan Kanun Tasarısının kanunlaşmasıyla ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanlar yeniden değerlendirilecek. Doğaseverler, yeniden değerlendirme sürecinde birçok alanın mevcut koruma statüsünü kaybedeceğinden kaygı duyuyor. Kanun Tasarısı “Doğal Sit” statüsü kavramını ortadan kaldırıyor. Devlet kanun Tasarısı’nda bahsi geçen “üstün kamu yararı” ifadesi ile bir Milli Parkı, üstün kamu yararı var denilerek yatırıma açılabilir. Üstün kamu yararı gerekçe gösterilerek bir otoyol, enerji yatırımı ya da sanayi tesisi için kullanılabilir. Kanunu hazırlayanların niyetleri belki iyi olabilir; ama tasarıda bırakılan bu açıklık ileride çıkarcı çevrelerin doğayı ve Milli Parkları kolayca harcamalarına yol açabilir.

Kanun Tasarısı’nın geri çekilmesi için 86 sivil toplum kuruluşu ile birlikte Nasuh Mahruki, şu ana kadar 30 bin doğaseverin katıldığı bir imza kampanyası düzenlendi. Kişisel olarak imza kampanyalarının Türkiye’de bir işe yaradığını düşünmüyorum. Değişiklikler sadece etkili kişileri birebir sohbet ederken ikna etmemiz sayesinde gerçekleşiyor. Fikirlerimizi dostlarımızdan gelen tekliflerle değiştiriyoruz. Bize karşı çıkanlara sadece tepki gösteriyor; kendi pozisyonumuzu korumaya çalışıyoruz. Onun için Nasuh Mahruki ve 86 sivil toplum örgütünün girişiminin kanunu hazırlayan taraflarla dostça ilerlemesini umut ediyorum.

Fazıl Say ile bir önceki Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay arasındaki twitter ve medya üzerinden devam eden çekişme, yapılacak ev ziyaretleri, birlikte yenilecek yemeklerle çok daha güzel bir işbirliğine dönüşebilirdi. Ertuğrul Günay keşke zamanında Fazıl Say’ı elinde çiçeklerle ziyaret etseydi. Fazıl Say da keşke medya ve twitterdan çok sert açıklamalar yapmak yerine Ertuğrul Günay’ı makamında ziyaret ederek endişelerini dile getirseydi.

Başbakan Erdoğan ile CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nu Mevlana Şeb-i Aruz törenlerinde selamlaşmadıklarını izledim. Keşke siyasi iletişimi bir mesleki performans alanı, kişisel iletişimi ise insani bir performans alanı olarak ayırıp konuşabilselerdi; birbirlerine ailelerinin hatırlarını sorup sohbet edebilselerdi. Kardeşliğin dünyadaki merkezinde bile böyle bir sahneye şahit olamamak sadece içimi burktu.

Yirmili yaşlarımda iletişimde çok keskindim. Çok şükür bu keskinliğin ilişkileri yıkmaktan başka bir işe yaramadığını ama köprü kuranların büyük gemilerin kaptanlarına bile yön verebildiğini kısa sürede öğrendim. Kavga ederek, bağırarak ve hakaret ederek, bir de küserek değişim üretmiyor, düşman yaratıyoruz. Bu arada tüm başbakan, bakan, milletvekili, genel müdür ve müdürlere istişare etmekten ve nezaketten vazgeçmemelerini tavsiye ediyorum. İstişarenin olmadığı yerde kibir tuzağına düşmüş insanlar vardır. Köprü kurmaya çalışanlara el uzatmak, bizden farklı düşünenlere de nezaket ve sıcaklıkla yaklaşmak hepimizi istediğimiz sonuçlara yaklaştırabilir. Köprü kuranlardan, bağışlayanlardan, nezaketi elden bırakmayanlardan olmanız dileğiyle…

2.3.13

Disiplinli Çılgınların 7 Kuralı

Disiplinli Çılgınların 7 Kuralı nelerdir? Çılgınların diyorum; çünkü büyük projeleri başarmak için disiplinli çılgınlar olmak gerekiyor. Birinci kural amaca inancın büyüklüğüdür. Çılgınlara mutlaka net ve açık bir amaca sahiptir ve bu amacı bir an olsun gözlerinin önünden ayırmazlar. Everest’e tırmanmaya çalışan bir grup dağcının gözlerinin önünden dağ nasıl hiç gitmiyorsa, çılgınların amacı da dağ gibi hep karşılarında durur. Tecrübelerimle sabit olan şu; amacına yeterli inancı olmayan insanların o amacı başarmak için yeterli enerjisi ve motivasyonu olmuyor. Dolayısıyla bir vizyona ya da hedefe sahip olmak yeterli değil. Her gece rüyanızda o amacı görecek, her konuşmayı o amaca bağlayacak saplantı düzeyinde bir inanç gerekiyor.

Çılgınların ikinci kuralı odaklanmadır. Bir işe ve bir amaca odaklanma ve başka bir şeye bakmamaktır. Temel olarak Starbucks’ta kahve, McDonald’s’ta hamburgerden başka bir şey satılmamasıdır. Üniversite sınavında birinci olmak için arkadaşlığı, eğlenceyi ve başka keyifleri bir yıllığına tamamen unutmaktır. Wright Kardeşler gibi ölümüne bir kararlılıkla uçağı tasarlamaktır. Çılgınca bir odaklanma hedefine ulaşıncaya kadar başka şeylerden vazgeçmeyi gerektirir.

Bir sonraki kural yazı, kitap ve konuşmalarımda milyon kere tekrarladığım gibi yenilikçi ve sıra dışı olmaktır. Dünya yenilikçi firma, kurum, insanların sayesinde ilerlemektedir. Steve Jobs olmasaydı bugün hala eski usul Windows ve benzeri sistemlerle idare ediyor olacaktık. Facebook ve Twitter’ı icat edenler artık insanların kendilerini yepyeni bir şekilde ifade etmesine imkan sağladı. 20. Yüzyılın yaşamlarımızı en çok değiştiren yeniliği herhalde cep telefonudur. Bugünün çocukları bu telefonların olmadığı bir yaşamı hayal dahi edemiyorlar. Dünyayı sıra dışı ve farklı düşünen, değişime açık yenilikçiler değiştiriyor.

Tarihe baktığımızda tüm çılgın insanların amaçlarına ulaşmak için üzerinde çalışılmış zekice bir planları, stratejileri olduğunu ve bunu uygulamaya aldıklarını görüyoruz. Barbaros Hayrettin Paşa’nın Andre Doria’yı mağlup etmesi karadaki hilal stratejisinin denizdeki uygulamasıyla mümkün olmuştur. Dünya tarihinin bütün büyük komutanları, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim olağanüstü savaş planları yapmıştır. Ancak uygulama olmadan her plan boş bir hayaldir. Çılgın insanlar, bazen planı dahi bitirmeden harekete geçmek isterler. Harekete geçmeyen çılgın değildir. Çılgınlara kimsenin yapmaya cesaret edemediği hedeflere doğru hareket ettikleri için çılgın diyoruz, sadece plan yaptıkları için değil.

Tarih boyunca hiçbir büyük proje yardımlaşma ve işbirliği olmadan mümkün olmamıştır. Türklerin son yüzyıldaki en büyük çılgınlığı Kurtuluş Savaşı’dır ve Kurtuluş Savaşı dünya tarihinin en büyük yardımlaşma ve işbirliğinin bir örneğidir. Özellikle baş çılgının kendi ekibine yardım etmesi, kendisinin fedakarlıklarda bulunması grubunu ve daha geniş planda toplumu ateşlemektedir.

Çılgın insanları başarıya taşıyan şey onların insan odaklı olmasıdır. Eğer amacı başarmak topluma hizmet etmeyecekse ona başarı denemez. Bir çılgın mutlaka çalışma arkadaşlarının iyiliğini, hizmet ettiği müşteri ve toplumun iyiliğini ve memnuniyetini her şeyin önünde tutmalıdır.

Disiplinli Çılgınları, çılgın olmaktan öte muhteşem kabul etmemize yol açan şey ayrıntıların kalitesidir. Bugün büyük liderler olağanüstü başarılarına rağmen eleştiriliyorsa insanlar onların çizdiği tablodaki ayrıntılara takılıyorlardır. Bir filmi büyük yapan ana öyküsü olduğu kadar ayrıntılarıdır. Star Wars ve Yüzüklerin Efendisi gibi klasikleşen kitap ve filmlerin dünyada milyonlarca hayranı olması, bu filmlerin tasarımlarındaki ayrıntılara verilen olağanüstü önemdir. Dünya çapında marka olan her kuruluş incelendiğinde çok üst düzeyde ayrıntıların kalitesiyle ilgilendikleri görülür.

Ailenizden en az bir kişinin disiplinli bir çılgın olması dileğiyle… Aile isminizi geleceğe taşıyacak olan bir erkek çocuğu değil, disiplinli bir çılgındır.