26.5.13

Eski Düşünceler, Yeni Teknolojiler: Fatih Projesi

Zaman Gazetesi’nin saygıdeğer ve esprili yazarı Ahmet Turan Alkan, 8 ve 11 Mayıs tarihleri yazılarında üniversite öncesi okullarda öğrencilere tablet bilgisayar verilen Fatih projesi hakkındaki fikirlerini belirtmiş. 11 Mayıs’taki yazısında bir öğretmenin sözleriyle projenin uygulamasında karşılaşılan zorlukları özetlemiş: “Önce yarıyıl tatilinde kursa alındık, ardından açılış töreni yapıldı; öğretmen ve öğrencilere tablet dağıtıldı, ağ bağlantılı interaktif (akıllı) tahtalar konuldu. İnteraktif tahtalar çok kullanışlı ve faydalı ama tabletler için aynı şeyi söylemek imkânsız. Tek olumlu tarafı ders kitaplarının tablete aktarılmasıyla kâğıt ve orman ürünlerinden tasarruf etmek. Öğrenciler ders dinlemek yerine oyun oynamak veya nette gezinmeyi tercih ediyorlar. Okula kitap, defter, kalem getirmeyi artık lüzumsuz bulanlar çoğalıyor. Tabletle uğraşmak derse yoğunlaşmayı engelliyor. Bütün çocukların hasretle beklediği teneffüs saatlerinde bile bahçeye inip şakalaşan, konuşan, oynayan çocuklar artık dinlenme saatlerinde bile ellerinde tablet, face’te geziyor oyun oynuyorlar. Kimse sınıftan çıkmıyor. Anti-sosyalleştiler.”

İzniniz olursa bu konuda hem Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerine hem de konuyla ilgilenenlere kendi görüşlerimi sunmak istiyorum. Akıllı telefonlar ve tabletler, bir insana bakarak kullanılmaz, bunlar kişisel etkileşimli cihazlardır ve cihaz ile kullanıcının doğrusal etkileşiminin arasına bir başka insanın girmesi üzerine tasarlanmamışlardır. Akıllı telefonu olanlar ya da tablet kullananlar bunu gayet iyi bilirler. Diğer bir deyişle eğer öğrenmeyi tablet üstünden yapacaksak, çerçeveyi çizeyim; birçok okuru şok edecek gerçeği söyleyeyim; tablet varsa çocukların okula gitmesine gerek yoktur. Çocuk oyun formunda hazırlanmış, bir mücadele ve merak içinde bırakacak içerikle istediği yerde öğrenebilir. Tabletle öğrencinin arasına ne öğretmen, ne anne-baba ne de başka biri, sürecin tabiatı itibariyle giremez. Girecekse bir video görüntüsü olarak ekranın içinden girer.

Çağımızın eğitimle ilgili temel sorunu, tüm dünyada geleneksel eğitimin çocukları pasif alıcı konumunda tutması sonucu, çocukların sıkıntıdan bayılmasıdır. Öğretmenler için çocukları derse bağlayacak interaktif ders içeriği hazırlamak büyük gayret ister; maalesef birçok öğretmenin böyle bir enerjisi ve yaratıcılığı da çeşitli nedenlerden devreye girememektedir.

Vaktiyle “eğitimde devrim yapalım, çocuklara sırt çantalarında kitap vermek yerine tablet verelim” derken, interaktif öğrenme içeriklerinden önce kitapların içine konacağı Kindle tarzı aletleri düşünmüş ve önermiştim. Proje ışık hızıyla ilerlediği için ilk adım atlanarak interaktif teknolojilere geçildi. Bugün mevcut eğitim sistemine entegre olabilecek tablet içerik programları, bir kitabı okumak, altını çizmek ve test olmak gibi öğrenciye hala sınıfta öğretmenle bütünleşik tutacak düzeyde sınırlı bir yazılım altyapısı bildiğim kadarıyla Elma Bilgisayar isimli bir kuruluş tarafından gayet güzel hazırlandı; ama Milli Eğitim Bakanlığı geçiş için böyle bir altyapı kullanmak yerine farkında olmadan sınıfta öğretmeni lüzumsuzlaştıracak bir sistemi kullanıyor. Peki ne yapmak gerek? Öğrenci evde ya da okulda interaktif içerikle öğretmenle değil, kendi başına çalışacak. Sınıfa geldiğinde öğretmenle herkesin aynı noktaya baktığı bir teknolojiyle etkileşime girecek.

Geleneksel sistemini at arabasına benzetirsek, tabletli eğitim uçaktır. At arabasına biner gibi uçak kullanılmaz; uçağın sistemi ve bağlamı, varsayımları farklıdır. Unutmayalım projeye ismini veren Fatih İstanbul’u eski düşüncelerle değil, gemileri karadan yürüterek, çağın en ileri teknolojisi topları kullanarak aldı.

19.5.13

Amerika’da oku(t)mak

Bir aile dostumuzla sohbet ederken oğlum Sanat’ı lise ve üniversite öğrenimi için ABD ya da Kanada’ya göndermek istediğimizi söyleyince “Sakın yapmayın; çocuğunuzu kaybedersiniz.” dedi. Görüşlerine kıymet verdiğim bu dostumuz sözlerine şöyle devam etti: “Annesi-babası çok iyi eğitimli, görgülü ve varlıklı bir aile sizin gibi iyi niyetle oğullarını Amerika’ya gönderdiler. Türkiye’de okul hayatında çok başarılı olan çocuk ABD’de başıboş kalınca gittiği okullarda alkol ve uyuşturucuya bulaşmakla kalmadı, üstelik okulu da bitiremedi.” Eşi İngiliz olan bir Türk Hanım da çocuklarını İngiltere’deki liselerin bozuk ortamından korumak üzere çocuklarını Türkiye’ye getirmiş. Bu insanları dinleyecek olursanız dünyadaki en iyi orta öğrenimin Türkiye’de olduğunu düşünmeye başlarsınız.

Ben elbette çok daha farklı düşünüyorum. Bugün uluslararası lisan haline gelmiş olan İngilizce’yi elbette Türkiye’de de öğrenebiliriz; ama en iyisi yerinde öğreniliyor. Amerika okuduğunuzda kavramları İngilizce öğreniyorsunuz. Örneğin, şirket genel merkezinin İngilizce karşılığı Head Quarters’dır. Siz bu terimi bilmiyorsanız “genel merkez” ifadesini Türkçeden çevirir “general center” dersiniz ve kimse bir şey anlamaz. Bu anlamda her yabancı dilin en iyi o dilin kültürüyle birlikte yerinde öğrenildiğine kanaat getirdim. Oğlum Sanat, iki yazı ABD’de geçirdi; 12 yaşındaki çocuk kendini İngilizce ifade etmekle kalmıyor; altyazısız bir şekilde İngilizce film izleyebiliyor. Türkiye’de 8 hatta 10 yıl çocuklara İngilizce ders veriyoruz; yerinde yapılan 3-4 aylık eğitim kadar başarılı olamıyor. Yurt dışında yapılan eğitimlerin belki de önemli avantajı, çocukların farklı bir kültür içinde özgüven kazanmasıdır.

İmkanı olan aileler çocuklarını yurt dışına göndermek isteseler, bu seferde başta söylediğim endişeler var; çocuk başıboş kalınca ne olacak; ahlakı bozulacak mı? Çünkü çocuğunu yurt dışına çıkaracak imkanı olan anne-babaların birçoğunun başında duracak zamanı yok. Selam isimli filmle, Türk halkı yurt dışındaki Türk okullarını tanıdıysa da daha önce değindiğim gibi yurt dışında değerlerin ve akademik çalışmaların ön planda tutulduğu Türk Üniversiteleri de var. Örneğin, bu hafta Houston, Texas’taki North American College (www.northamerican.edu) isimli dört yıllık lisans eğitimi veren üniversitemizi ziyaret ettim. Okulun birinci sınıf bir İngilizce hazırlık sınıfının yanı sıra neredeyse tamamı doktora derecesini Amerika’da almış hocalardan kurulu bir akademik ekibi var. Türk öğrencilerin de okuduğu üniversite, okul dönemi Birleşmiş Milletler toplantı salonunu andırıyor. Dünyanın her yöresinden öğrenciler birlikte öğrenim görüyorlar. Amerika’daki eğitim kurumlarından gerekli tüm akreditasyonlarını almış üniversite, değerlerin ve disiplinli bir çalışma anlayışının öne çıkarıldığı bir eğitimle birlikte spor, sanat ve kültürel faaliyetlere de önem veriyor. Sunulan bütün imkanların maliyetiyse bir öğrencinin Türkiye’de özel bir üniversitede yapacağı masraflar seviyesinde kalmış. Yani bir öğrenci Türkiye’de okuyacağı maliyete, uçak, konaklama ve okul masrafı dahil ABD’de okuyabiliyor. Aldığı diplomayla da GMAT ya da GRE sınavlarından istenen puanları aldığı gibi ABD’de master yapabilir ve hatta 2 yıl süreyle de iş bulursa çalışabilir.

Çocuklarımızı yurt dışında okutmaktan daha iyisi, özellikle lisans döneminde çocuğun küresel bir perspektif kazanabilmesi için dört ayrı ülkede ve şehirde okumasıdır. Düşünün ki, çocuğunuz bir yıl Houston’da, bir yıl İstanbul’da, bir yıl Tiran’da ve bir yıl da Kamboçya’da okusa nasıl bir özgüvene ve uluslararası perspektife sahip olur? Yurt dışındaki Türk üniversitelerinin yaptığı işbirliği programları çocuklarımızın küresel liderlere dönüşmesi için bu açıdan da fırsatlar sunuyor.

12.5.13

Çılgın Bir Yer ve Çılgın İnsanlar…

Anlatacağım öykü, Safranbolu’nun hemen batısında yer alan bir ilçeden, Yenice’den. Gerede’den rampa aşağı indiğinizde Safrabolu’ya gitmek için sağa değil, sola dönerseniz Yenice’ye varıyorsunuz. Fatih Sultan Mehmet, “Buraları ne zaman aldık?” diye sorunca, “Hünkarım, yenice aldık, deyince bölgenin ismi “Yenice” olmuş. Yıllar boyu tanıtımı da yapılmadığı için bölge, adı gibi yepyeni ve tap taze kalmış. Ancak bölgenin tek özelliği bu değil. Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı tarafından Avrupa’da biyolojik çeşitlilik bakımından korunması gereken 100 sıcak nokta belirlenmiş, 9 tanesi Türkiye sınırları içinde. Biri de Yenice Ormanları. Yenice, doğal yapısı itibariyle orman yürüşüyü, kanyoning, çadırlı kamp, dağ bisikleti, kaya tırmanışı ve rafting gibi her türlü doğa sporu için uygun ve çılgın güzel manzaralar sunuyor. Fotoğraflara Kaymakamlık web sitesinden bakabilirsiniz.

Şimdi gelelim hikayeye. Bundan 2 yıl önce 76 yaşında olan Ünal Tolun bir gazete haberinde dönemin Yenice Kaymakamı Mehmet Fatih Çiçekli’nin Yenice’nin yürüyüş ve bisiklet rotalarına hakkında bir kitap hazırlattığına ilişkin bir haber okudu. Eski Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı olan Ünal Tolun bu habere sevinerek tebrik etmek için Kaymakam beyi aradı. Kaymakam da kendisini Yenice’ye davet etti. Güzel bir buluşmadan sonra Yenice’nin bağlı olduğu dönemin Karabük Valisi Nurullah Çakır da Ünal Tolun’u Kaymakam Bey ile birlikte makamına davet etti. Hoş bir hasbihalin ardından vedalaşırken Vali Bey, neredeyse talimata yaklaşan bir öneri getirdi. “Kaymakam Bey, Ünal Bey’e Yenice’nin bir köyünden otel olarak işletmesi için bir ev tahsis edelim.” Valiliğin kontrolünde ne böyle bir ev var, ne de böyle bir yetki; ama iyi bir niyet var. Kaymakam Bey, Ünal Bey’i mimari özelliği olan ahşap Yenice evlerinden birini kiralayıp butik otel olarak işletmesi için yardımcı oluyor. Vali Bey’in amacı, Safranbolu’da onlarca muhteşem konak otel olarak turizme hizmet verirken, Yenice’de bir tane dahi özelliği olan bir otel bulunmadığı için Yenice’ye turistik bir otel kazandırmak. Çünkü kalacak yer olmadan turizm olmaz. Almanya’dan mimarlık derecesi olan Ünal Bey, bisiklet sevdasının yanı sıra daha önceden hem mimarlık hem de Antalya’da bir süre turizm tecrübesi olduğu için bu iş için uygun bir aday.

Ancak bu hikayede sıra dışı olan birkaç yön bulunuyor. 76 yaşında bir insanın 15 yıllığına otel kiralaması ve o yaşında girişimci olması, bence olağanüstü. Ünal Bey’den iki şey öğreniyorum. Birincisi hayali ve amacı olan insanlar tutkuyla yaşarlar. Bunu düşünürken 85 yaşında yatırımlarına devam eden ve hayallerinden vazgeçmeyen İshak Alaton’da geliyor aklıma. Bu arada maşallah diyeyim, Ünal Tolun’un 76 yaşındaki zindeliği yıllardan beri bisiklete binmeye bırakmamış olmasından geliyor. Albergo isimli otelin işletme müdürlüğünü de başka bir eski Bisiklet Şampiyonu Cengiz Özdoğan yapıyor. O da ilerleyen yaşına rağmen son derece zinde.

Dönemin kaymakamı hem Mehmet Fatih Çiçekli’yi hem de Nurullah Çakır’ı ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Bir gazete haberi okuyup tebrik için arayan bir insanı, yurdundan koparıp 76 yaşından sonra Yeniceli bir turizmci yaptıkları için. Kahramanmaraşlı Bilge rahmetli Çelebi Efendi; “memlekete çılgınlar lazım” diyor; çünkü memleketteki tüm yenilikler çılgın insanlardan kaynaklanıyor. Bugün akıllı bürokratların ve siyasetçilerin işi, memleketin her köşesinde “çılgın girişimcileri” önemli projelerin başına getirmek. Yenice Belediye Başkanı Zeki Çay’ın projeye başından itibaren ve şimdiki kaymakamı Tarkan Keskin’in de kaymakam oluşundan beri Yenice’nin doğa turizmi projesine sahip çıkması, projenin sürekliliğini sağlıyor. Çünkü projelerin başarılı olması çalışmaların sürekliliğine bağlı. Son cümle: Bir gazete yazısı, siz harekete geçerseniz hayatınızı ve başkalarının hayatını değiştirebilir. Onun için okuduklarınızın üstüne harekete geçin.

10.5.13

Öğretim Tekniğinde Devrim Yapın

Okullarda ve üniversitelerin birçoğunda kullanılan sınav tekniklerini yeniden düşünmemiz gerek. Öğrencileri bir kitabın ya da ders notlarının tamamından sorumlu tutup sınav günü ne sorulacağını bilmeden, beyhude bir çabayla tüm kitabı ve ders notlarını öğrenmeleri için çalıştırıyoruz. Şanslılarsa, çok çalışkanlarsa veya ezberleri iyiyse sınavdan geçer ya da yüksek not alıyorlar. Şansı, çalışkanlığı ya da ezber yeteneği olmayanlarsa başarısız oluyorlar. Bu arada öğretmen ya da üniversite hocasının da yüzlerce sınav kağıdını okuyup elinde kırmızı kalem not vermek için çırpınması gerekiyor. Bütünlemeye kalanlar için yeniden sınav yapıp tekrar sınav kağıdı okumak zorunda kalıyorlar. Bu arada sınav kağıdı okumak kim ne derse desin “sübjektif” bir değerlendirme yöntemidir. Bu öğretme ve sınav mantığı geçen yüzyılın kalite anlayışına benziyor; önce üret, sonra kontrol et. Televizyon üreticileri önce radyoyu yapar, fabrikadan çıkmadan önce hattan gelen radyo fişe takılır, eğer çalışmazsa tamire gönderilir veya hurdaya çıkarılır. İşte bizim 21.yüzyıldaki eğitim ve ölçme değerlendirme mantığımızda birçok alanda aynı. Japonlar 1950’den sonra üretimde kalite kontrol mantığını terk edip kaliteyi üretmeyi seçtiler. Tedarik zincirinin kalitesinden başlayan bir süreçle üretimin her aşamasını kaliteli hale getirdiler. Öyle oldu ki, kalite kontrole gerek dahi kalmadı. Yine de emin olmak için hala bir son kontrol yapılır fabrikalarda ama bu son kontrol eskisi kadar önemli değildir; çünkü kalite oraya gelmeden çok önce inşa edilmiştir.

Geleneksel olarak ders veren bir öğretmenin amacı dersini vermek, sonrada öğrencinin ne kadar öğrendiğini kontrol etmektir. Öğretmen ve öğretim üyeleri, bu konuda devrimci bir adım atıp amaçlarını ve öğretim tekniklerini yeniden tanımlarlarsa alacakları sonuçlara çok şaşıracaktır. Şöyle ki, öğretmenin amacı, tüm sınıfın kritik her şeyi öğrenip sınavda mümkünse herkesin geçip yüksek not alması olursa, öğretmen ders süreçlerini yeniden tasarlamak zorunda kalacaktır. İzninizle kendimden örnek vereceğim: Ders yılının başında öğrencilerime “bu dersten ya 100 alırsınız, ya 89 alırsınız ya da kalırsınız.”derim. Yalova Üniversitesi’nde bu kuralı ilk kez ilan ederken dersin hiç bitmeyen sorumluluk ve ödevlerini ilan edip bunları yapmayacak olurlarsa 32 defa “kalırsınız” demişim. Öğrenciler “Yandık” demişlerdi. Kendilerinden 12 kitap okumalarını, bir grup sunumu yapmalarını, her dersten sonra dersin facebook sayfasında her ders oturumuyla ilgili bir yazı yazmalarını, iki arkadaşlarının yazısına yorum yapmalarını ve bir girişimciyle söyleşi yapıp videoya çekmelerini ve montajlı bir şekilde sunmalarını istemiştim. 14 buluşmada mazeretli dahi olsa 3 kez gelmeyen kalacaktı. Ayrıca bir final sınavı yapılacak, 4 soru sorulacak ve 4 soru tam olarak cevaplanacaktı. Bunlardan birini dahi yapmazlarsa kalacaklardı. Sonuç; tüm öğrenciler bunları yaptı; tamamını yapanlar 89; tüm görevleri zamanında yapıp sınıfta aktif katılım gösterenler 100 aldı. Kalansa olmadı. Aynı yöntemi lisans derslerinde de kullanıyorum; sonuç çok başarılı.

Öğrenci performansını artırmada görev, önemli ölçüde öğretmene ve öğretim üyesine düşüyor. Siz derse iyi hazırlanıp giderseniz, öğrenciden de aynı performansı talep etme hakkınız doğuyor. Sınavlara gelince lise ve üniversite öğrencilerini bir ders kitabından ya da ders notlarının tamamından sorumlu tutmak yerine, klasik bir sınavda soruları sınav öncesi verip örneğin 30 soru 30 cevap verip sınavda bunlardan 30 tanesini soracağım ve 30’unu da doğru yanıtlamazsanız kalırsınız dediğinizde öğrencilerin nasıl bir odaklanmayla çalıştığına hayret ederseniz. Elbette bu yöntemlerde 49’la kalma gibi bir şey olmuyor. Derse tam devam gösteren, ödevleri ve final sorularını tam yapan öğrenci 89’u basıp geçiyor. Yıldız olanlar da 100’ü kapıyor. Öğretmen ve öğretim üyelerinin böyle bir değişim yapmaları öğrenci performansını radikal ölçüde artırırken bütünleme kağıdı okuma zahmetini de ortadan kaldırıyor.