10.8.14

Cenaze arabası şoförlerini neden severim?

“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.” Yunus Emre’nin bu şiiri her zaman düsturumuz olmalı.

Geçen yıllarla birlikte kendi kişisel iletişimimi de iyileştirmeye çalışıyorum. Marka bir kafe zincirinin bir mağazasında içerideki kara sinek yoğunluğunu iki arkadaşımla fark edince arkadaşımın biri sordu: “Neden bu kadar çok sinek var?” Soru elbette sineklerin neden olduğunu araştırmaktan ziyade bir sitem içeriyordu. Personel cevap bulmak için renkten renge girerken araya girdim: “Sinekler de iyi kahvenin nerede olduğunu biliyor.” dedim.

Meselelere olumsuz yaklaşmak ve bunu sözle ifade etmek çoğu zaman ortamı geriyor, insanların motivasyonunu kırıyor. Olumlu yaklaşmaksa insanların motivasyonunu artırıyor. Örneğin, bir arkadaşınızın aracına bindiniz. Arabayı oldukça sert ve dikkatsiz kullanıyor. Eğer kendisine bunu aynen ifade edecek olursanız, belki gerilerek daha da kötü araba kullanacak. Bunun yerine izleyebileceğiniz yollardan biri, eğer araba sürme konusunda yaptığı tek bir iyi şey bile varsa onun altını çizmek. “Müthişsin, hiçbir kırmızı ışığı kaçırmıyorsun.” ya da “Fren mesafesini çok iyi koruyorsun.” ya da “Bravo, emniyet kemerini takmadan trafiğe çıkmıyorsun.” denilebilir. Bu ona kurallara uymasının sizin tarafınızdan takdir edileceğini hatırlatıp sürüşünü iyileştirebilir. Eğer araba sürmesinde takdir edilecek hiçbir yön yoksa biraz espriye de kaçabilirsiniz, “Abi aksiyon filminde gibi araba sürüyorsun, ama benim favorim cenaze arabası sürücüleridir. Neden dersen, arkadaki yolcusunu biraz daha bu dünyada tutabilmek için yavaş sürerler.”

Bir bayram namazında hocanın yaptığı konuşmayı hiç unutamıyorum. İmam şöyle demişti. “Ahmet Bey, eski dostu Fazıl Bey telefonda ararsa ‘Ooo, Fazılcım, seni çok özledim, uzun süre olduk görüşmedik, aman buluşalım, bir kahve içelim, hasret giderelim.’ diye cevap veriyor. Eşi ararsa ‘Tamam söyle, çabuk ol, kısa kes.’ diyor. Uzun süredir görüşmediği Fazıl Bey, tatlı dilden nasiplenirken, eşi turp yemek zorunda kalıyor.” İnsanlar en yakınlarına karşı daha tahammülsüz, daha kaba ve daha olumsuz bir davranış içinde olabiliyor. Daha acısı, bu davranışında kendini haklı görüyorsa bu davranışı sürdürüyor.

Kullandığımız dili, ifadeleri değiştirmek için ne yapabiliriz? İlk aklımıza geleni söylemek yerine, bir “s” verip düşünmeli ve daha iyi “söz” bulmalıyız. Elbette genel olarak olumlu düşünmek, daha güzel ifadelerin zihnimizde belirmesi için doğal bir ortam hazırlıyor. Şu anda Amerika’nın başkenti Washington D.C.’deyim. Bürokratların çok olduğu bu şehrin “sıkıcı” olduğunu da söylemek mümkün, park ve bahçelerin çokluğuna bakıp “çiçek gibi şehir” demek de mümkün. Hangisi sohbetimizi daha motive eden bir yöne götürecek sorusunun cevabı, tabii ki ikincisi. Said Nursi Hazretleri’nin “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” sözü bu durumu gayet öz bir şekilde ifade etmektedir. Onun için mutlu bir yaşamın sırrı, güzellikleri görmek, güzellikleri fark etmek ve onu dilimize yansıtarak dünyayı cennet kılmak.

8.4.14

Şapşal Koca

Yıllardan beri düzenlediğim kurslarda her dersin başında insanlara ‘Geçen hafta ne öğrendiniz?’ diye sorarım. Bazen bir filmden, bazen bir kitaptan bazen de gittikleri bir yerden söz ederler. 25 kişilik bir sınıfta 25 kişinin taze deneyimi buluşur sınıfta. Bu paylaşımı, benim vereceğim dersten daha önemli bulurum; çünkü hepimiz birbirimizden bir şey öğreniriz. Türkiye’nin siyasi olarak son derece gerilimli ve sıkıntılı bir tablo çizdiği bu günlerde, okuyan, öğrenen, kendi yaşamına yeni bir şey katan her insanı ayrıca takdir ediyorum.

Bu hafta kıdemli öğrenme ortağım Mevlüt Aksan’ın vesilesiyle Mahinur Tuna ile tanıştım. Kendisi Abhaz kökenli olan Mahinur Hanım, 1950 doğumlu olmasına rağmen halen doktora yapıyor ve Abhaz kültürünün yaşatılması ve tanıtılması konusunda birçok sivil toplum faaliyetinde bulunuyor. Koro çalışmaları, konuşma organizasyonları, koro ve konser organizasyonları yapıyor. Türkiye’nin bir kasırga gibi her şeyi yerle bir eden gündemine rağmen edebiyatla, sanatla, kültürle uğraşına hiç ara vermeyen bir insanla tanışmak bana yeniden yaşama sevinci verdi.

Abhazya’da sadece 100 bin Abhaz olmasına rağmen büyük sanatçılar yetiştirmişler. Örneğin Soçi Olimpiyatları’nın kapanış konserini Abhaz opera sanatçısı Hibla Gerzmava vermiş. Ünlü klasik müzik org sanatçısı Luka Gadeliya da 3 Mayıs 2016 tarihinde Beyoğlu’nda Sent Antuan Kilisesi’nde bir konser verecekmiş. Bu konser de yine Mahinur Hanım’ın ekibinde yer aldığı bir sivil toplum kuruluşu tarafından düzenleniyor ve biletleri Biletix’te satılıyor.

Mahinur Hanım ile bir kahvede buluştuğumuzda bana kitaplarından örnekler de getirdi. Bunlardan bir tanesi Abhaz kökenli ilk Türk kadın ressam Mihri Rasim Açba’nın biyografisiydi. Mihri Rasim Hanım’ın Thomas Alva Edison ve Theodore Roosevelt gibi dünya çapında şahsiyetlerle çalışarak onların portrelerini yapmış olduğunu öğrenmek beni oldukça şaşırttı. Kitaplarından benim en çok ilgimi çeken Sergey Zuhba tarafından derlenen ve Mahinur Hanım tarafından çevrilen Abhaz Masalları oldu. Bu kitaptan hoşuma giden bir masalı paylaşmak istiyorum.

Bir gün bir karı koca sıkılıyorlarmış. Kadın “Şimdi önce kim konuşacak oyunu oynayalım” demiş. İlk konuşan cezalı olacak, eve akşamüstü buzağıları otlaktan o getirecekmiş. Karısı komşulara gitmiş, adamsa nasıl olsa konuşamayacak diye evde oturmuş. Bir süre sonra avluya iki atlı gelmiş. Adam dışarı çıkmış. Atlılar selam vermiş. Bizim adam selamı almayıp boş bakınca, atlılar adama kızıp iki kırbaç indirmişler. Adam yine hiçbir soruya cevap vermeyince atlının biri inip adamın bıyığının yarısını kesmiş. Yine ses çıkmayınca diğer atlı da inip adamın bir kulağını kesmiş. Ardından atlılar adamı kan revan içinde bırakıp gitmişler. Karısı gelmiş, kocasının perişan halini görünce “Ne oldu sana?” demiş. Şapşal adam, kahkaha atarak “Kaybettin, git buzağıları getir” demiş.

Hepinize güzel bir pazar, öğrenmeyle, kültür ve sanat ile geçen, kültür üreten, kültürle yaşayan insanlarla paylaştığınız sizin de onlara katkıda bulunduğunuz bir yaşam diliyorum.

24.3.14

Hayatı Kapatmayın

Bundan birkaç hafta önce artık 13 yaşında olan oğlum Sanat’a Başbakan’ın “YouTube’u da kapatıcam” dediğini söylediğimde “Başbakan sakın bunu yapmasın.” dedi kızgın bir ifadeyle. “Yapmasın” sözündeki vurgu ve kararlılık düzeyinin altını çizmek istiyorum. Çocuk kendince son derece haklı. İngilizceyi YouTube’da izlediği videolardan öğrendi. Her gün izlediği oyunlara ilişkin yorumları da YouTube’dan izliyor. Regular Show dahil, takip ettiği ve onun hayatını renklendiren birçok şey var YouTube ve internette.

Üniversite hocalığı, yetişkian kurs hocalığı yazarlık ve benzer işler yaptığım için çok sayıda insanı gözleme şansım oluyor. Bazı insanlar deyim yerindeyse Facebook içinde yaşıyorlar. Arkadaşlarıyla orada birlikteler. Orada sohbet ediyorlar. Orada resimlere yorum yapıyorlar, orada müzik paylaşıyorlar. Evlerinin huzurlu ortamında bir bilgisayar, tablet ya da telefondan Facebook’a girmek, onlar için hayata bağlanmak demek.

Ağrı Dağı’na yaptığım üçüncü tırmanışta Rüştü Ağabey diyeceğim, biriyle tanışmıştım. Emekli gelirinin tamamını dağ tırmanışlarına harcıyordu. Dağ tırmanışlarını ve fotoğraflarını paylaştığı bir bloğu vardı. Türkiye’de bloglara giriş yasaklandığında Rüştü Ağabey hem çok üzülmüş hem de çok kızmıştı. Çünkü kıymetli hatıralarını ve kıymetli resimlerini ne paylaşabiliyordu ne de kendi paylaştıklarına erişebiliyordu. Ne hissettiğini anladığımı söyleyebilirim. Bir anlamda evindeki fotoğraf albümüne ve kıymetli tırmanış notlarına nedenini bilmediği bir şekilde devlet el koymuştu. Aynı dönemde blog teknolojisini kullanarak Yalova Üniversitesi’nde ders veriyordum. Ders notları ve öğrenci yorumları bloğa işleniyordu. Dönemin ortasında bloglara erişimin kaldırılmasıyla tüm notlarımızın hepsi uçtu, gitti. Sakin yaradılışlı bir insan olduğum için kızmadım, ama blogların yasaklandığı bir ülke olmamıza üzüldüm.

Ben iyi bir Twitter kullanıcısı değilim. Ama kıdemli ekip arkadaşlarımdan biri Twitter’ın iyi bir takipçisidir, kurulduğundan beri. Facebook hesabı yok, başka sosyal medyaya da ilgi göstermiyor. Tek ilgisi Twitter. Kuruluş yılından beri günde bir saate yakın politik olmayan kişilerin Twitter hesaplarını takip eder. Tabii Twitter kapatılınca, ruh halini varın siz düşünün. Onun değer verdiği insanları takip etmek imkânı elinden alınmış oldu.

İnternetin farklı site ve enstrümanları bugün iş dünyasının da hizmetindedir. Türkiye’de ve dünyada birçok firma pazarlamasını Twitter ve Facebook üstünden yapmaktadır. Sırf sosyal medya üstünden pazarlama hizmeti veren yüzlerce kuruluş vardır. Bu siteler kapanınca bu şirketler ne pazarlama yapabiliyor ne de sosyal medya pazarlama hizmeti veren şirketler para kazanabiliyor.

İnternet başladığından beri hayatımız oldukça değişti. Sosyal medya ve internet olmadan bir yaşam artık söz konusu değil. İnternet ve sosyal medya herkesin yaşamına farklı düzeylerde karışmış durumda. Diğer bir ifadeyle artık internet eşittir hayat. Dolayısıyla internetin içindeki asli bir unsur kapatıldığında “hayat kapatılmış” oluyor. Ben hâlâ nezaketli ve zarif bir duruşun zamanla etkisi ortaya çıkan büyük bir gücü olduğunu düşünüyorum. Onun için bu konularla uğraşan insanlara, “hayatı kapatmayın” diyorum.