8.2.11

Avrupa Gezisinin Düşündürdükleri

Brüksel’de Türklerin yoğun olduğu bir alışveriş caddesi var. Bu caddeye doğru yürürken iki Türk arabadan indi. Biri diğerine dedi ki: “Abiii, bu arkadaki araba nasıl çıkacak, bilemiyorum…” Diğeri cevap verdi: “Boş ver çıkmasın!” Biraz daha ilerledim, bu sefer bir pastaneden iki Türk ellerinde karton kahve bardaklarıyla çıktı. Bu bardakların üstünde plastik bir kapak vardır; bir tanesi bu kapağı aldığı pervasızca yere attı. Bir an bile çevresine bakıp bir çöp kutusu aramadı. Viyana’da bir Türk restoranında bunlardan daha komik bir olay yaşadım. Epeyce bir zamandır et yemeyi azalttım. Bir Ortadoğu yemeği olan Felafel köftesi sipariş ettim. Bir tür lezzetli sebze köftesidir. Bir süre sonra servis geldi. Ama içinde Felafel köftesi yok. Garsona dedim ki, “Siz daha önce hiç Felafel köftesi gördünüz mü?” “Gördüm” dedi. “Peki” dedim, “bu tabakta Felafel görüyor musunuz?” “Abi, felafel kalmamış, ben de sigara böreği koydurdum” dedi.

Brüksel’de Zaman Gazetesi’nde Türklerle bir kahvaltı yaparken Arnavutlardan söz açıldı. İki yıldır Arnavutluk’ta Epoka Üniversitesi’nde ders verdiğim için Arnavutlar hakkında birinci elden bilgi sahibiyim. Ancak önce Avrupa’daki Türklerin kafasındaki Arnavut imajını öğrenmek için sustum. Sofradakilerden biri dedi ki, “Avrupa’da en sevilmeyen millet Arnavutlardır, çünkü bütün mafya işleri onlardadır.” Sofrada diğer birkaç kişi de Arnavutlarla ilgili olumsuz örnekler verdi. En son olarak Arnavutluk’ta Epoka Üniversitesi’nde ders verdiğimi, Arnavutların çalışkan, dürüst, gelişmeye açık insanlar olduğunu ve millet olarak da dil konusunda sıra dışı bir yetenekleri olduğunu, Avrupa’da Türklere karşı gerçekten samimi dost bir millet olduğunu vurguladım. Ardından da şunu söyledim: “Bir şeyin en kötüsü, en meşhurudur.” Yukarıda Brüksel’de ve Viyana’da gördüğüm örnekler, olumsuz örnekler. Ne var ki, komik ve bir Avrupalı da bunları görse Türkler deyip bunu anlatır. Doktora yapan, iş hayatında başarılı, profesyonel kariyerleri olan Türkleri değil, kahve bardağının kapağını umursamazca yere atan Türkleri anlatır.

Buradan iki sonuç çıkarabiliriz. Az sayıdaki örnekle milletleri yargılamamak gerekir. İnsanların genelleme yapmaya yatkın olduklarını dikkate alıp her alanda hepimiz ideal bir performans göstermeliyiz. Çünkü sadece kendimizi değil, hem Türkleri hem de Müslümanları temsil ediyoruz. Hatta Avrupa’daki Kürtler de, kendilerini etnik olarak ayırmaya çalışanlar dâhil, Türk tanımlamasıyla değerlendiriliyor. Yıllardan beri insanların sıra dışı düşünmeleri, sıra dışı yaklaşımlarla başarılı olmaları konusunda çalışıyorum. Ne var ki, insanların sıra dışı olmadan önce iyi bir sıradan olması gerekiyor. Avrupa’da şu anda Zaman gazetesinin bir abone kampanyası var. İstatistiksel olarak Avrupa’nın birçok ülkesinde Türklerin gazete okurları çok düşük. Avrupa’daki Türk toplumunun üyelerine seminerlerde şunu sordum. Belçikalı günlük gazete okuyor mu, Avusturyalı Alman okuyor mu? Cevap belli, tabii ki okuyor. O zaman bu işin standardı, sıradanı bu; her gün eve günlük bir gazete girecek.

Çocuklarımızın kitap okumasını, akademik olarak başarılı olmasını istiyorsak önce biz okuyacağız. Hasbelkader akademik anlamda ilerledim. Doktora yapmanın yanı sıra New York Üniversitesi, MIT ve Harvard Üniversitesi gibi kurumlarda eğitim aldım. Ağabeyim Agah Arat iki üniversite bitirdi. Ama rahmetli annem ve babam memur bütçesiyle yıllarca eve 4 gazete aldılar. Kapıcımız her sabah torbaya bir ekmek dört gazete bırakırdı. Bu okuyan çocuklar, dört gazete okuyan bir evden çıktılar. Gazete okumak, lüks değildir; su içmek gibi temel bir kültürel ihtiyaçtır. Kitap almadan, gazete okumadan akademik başarısı yüksek çocuklar beklemek, gübresi olmayan topraktan yüksek verim almaya benzer.