6.6.13

Eğitim Öldü, Yaşasın Öğrenme

Sınıftaki tüm çocuklar itfaiyeci olmak isterken içlerinden sadece bu hikayenin kahramanı olan bir çocuk itfaiyeci olmuştu. Okuldaki öğretmeni, “itfaiyeci olup ne yapacaksın, git üniversite oku, adam gibi bir işe gir” demesine rağmen çocuk üniversiteye gitmek yerine itfaiyeci olmayı seçmiş. Yıllar sonra görev yaptığı şehirde kaza sonucu yanan bir arabadan güçlükle sürücüyü çıkarmış. Kazadan çıkan sürücü, itfaiyeciyi görünce çok şaşırmış. Çünkü sürücü, sen üniversite okumalısın diyen öğretmenmiş. Öğretmen herhalde bu olaydan sonra fikrini değiştirmiş olmalı :-)) . Gazete yazılarına gülümseme işareti konmuyor; ama bence buraya konmalı.

Amerikan Eğitimciler Derneği’nin (ASTD) Mayıs ayında Dallas’ta yapılan uluslararası toplantısında baş konuşmacı olan Ken Robinson, yukarıdaki hikayeyi anlatmadan önce Amerika’da ve dünyada geleneksel eğitim sisteminin işe yaramaz hale geldiğini söyledi. Konuşmasında insanların tutkularının peşinden gitmesi gerektiğini, bunu yapmayacak olurlarsa belki başarılı ama mutsuz olacaklarını belirtti. Verdiği ilginç örneklerden birinde, itfaiyeci olmak isteyen bir çocuğun hikayesini anlattı.

Ken Robinson’un ikinci verdiği örnek son kitabının editörüydü. Editöründen büyük bir övgüyle söz ettikten sonra yaptıkları bir sohbetten söz etti. 45 yaşlarında olan editör hanıma, bu işe ne zaman başladın diye sorduğun aldığı cevap karşısında şaşırmış. Çünkü kadın sadece beş yıl önce editörlüğe başlamış. Genelde bu işler okuldan mezun olduktan sonra başladığınız işlerdir. Kadına daha önce ne yaptığını sorunca aldığı cevapla iyice şok olmuş. Kadın konser piyanistiymiş. Konservatuarları birincilikle bitirdikten ve bu konuda doktora da yaptıktan sonra dünya çapında bir konser piyanisti olmuş. Ken Robinson, neden bıraktığını sorunca daha da şok edici bir yanıt almış. “Çok iyi bir piyanisttim; ama keyif almıyordum.” Ken Robinson hikayeyi şu kıssada hisseyle bitirdi: “Bir şeyde çok iyi olmamız, yaşamamızı bu işi yaparak harcamamızı gerektirmiyor.

Konferanstan sonraki basın toplantısında Danimarka’dan bir gazeteci, “Bence toplum %90’ı yetenekli değil.” deyince Ken Robinson, “Hayır, insanlar yetenekliler… Sadece yeteneklerini keşfetmemişler. Yetenekler, doğal kaynaklar gibidir, onları çıkarmak için çok sistemli çabalar ister.

Ken Robinson, ünlü aşçı Jamie Oliver’a referansla dünyadaki eğitim sistemine muhteşem bir eleştiri getirdi: “Dünyada bir Michelin Yıldızlı lokantalar vardır; bir de fastfood lokantalar… Fastfood lokantalarda her şey standartlaştırılmaya çalışılır. Michelin Yıldızlı lokantalarda ise her şey özelleştirilmeye çalışılır.” Eğitim sistemi daha çok fastfood lokantalar gibi; her şey standartlaştırılmaya çalışırken vasat bir kaliteye razı olunuyor; ama ihtiyaç duyulan kişiye özel bir öğrenme ortamı sunulması.” Ken Robinson, buradan hareketle öğretmenliğin, bir bilgi aktarma sistemi değil, bir sanat olması gerektiğini belirtti.

Eğer Ken Robinson’un kim olduğunu tanımıyorsanız ve daha önce TED.com isimli siteyi duymadıysanız, bu yazı sizin için harika bir hediye olacak. TED.com adresinde süreleri 3, 8 ya da 18 dakika uzunluğunda birbirinden ilginç konuşmalar var. TED (Technology, Education, Design) isimli kuruluş, Türkiye dahil dünyanın dört bir yanında birbirinden ilginç konuşmalar organize ediyor. Binlerce konuşma bulunan TED sitesinde, konuşmaların birçoğunu Türkçe altyazılı olarak izlemek de mümkün. Kıdemli bir eğitimci olan Profesör Ken Robinson’un son derece esprili konuşmalarını izlemek isterseniz yapmanız gereken tek şey ted.com adresini ziyaret etmek.

3.6.13

Çocukları özgür bırakırsak ne olur?

Hawai’nin Maui adasında 12 yaşında bir çocuk Dusty Payne (Dasti Peyn) sörf yapmayı çok seviyordu. Yakın arkadaşlarıyla birlikte sörf tahtasının üstünden hiç inmiyordu. Yaşı biraz ilerlediğinde babası, Dusty’ye ne meslek seçeceğini sordu. Dusty “Profesyonel bir sörfçü olacağım” diye cevap verdi. Babası “Sörf bir meslek değil” deyince, “Hayır baba, bu profesyonel bir meslek ve ben profesyonel bir sörfçü olacağım.” diye kararlı bir cevap verdi. Babası çok gönüllü olmasa da Dusty’nin bu tercihine saygı gösterdi. Dusty ve arkadaşları, kendilerini sörf üstünde geliştirebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Bu tür sporlarda defalarca düşersiniz ve her şeye baştan başlarsınız. Belirli bir harekette ustalaşmak için başarısızlık ve hatayla dost olmayı gerektirir. Dusty ve arkadaşları bir taraftan idman yapıyor, bir taraftan da dünya şampiyonlarının videolarını kare kare inceleyip analiz ediyorlardı. Bununla kalmıyor, kendi performanslarını da videoya çekiyor, sörf tahtasının üstündeyken hangi hareketlerin işe yaradığını hangilerinin yaramadığını keşfediyorlardı. Saatler, günler ve yıllar alan çalışmaya bambaşka bir yaklaşım getirmek için farklı spor dallarındaki sporcuları da incelediler. Rüzgar sörfçülerinden, kaykaycılardan, dağ bisikletçilerinden ve moto-crossçulardan neler öğrenebileceklerine baktılar. Moto-crossçuların “Süpermen hareketi” dedikleri, tamamen havadayken sürücünün sadece motorun gidonlarını tuttuğu bir hareketi, sörf tahtasına uyarladılar. Böylece sörf sporuna “hava sörfü” diye bir teknik kattılar. Dusty ve arkadaşları daha iyi sörf yapmak için ölürken, aileleri de endişeden ölüyorlardı. Bir tarafta ya bütün bu çabalar hiçbir yere varmazsa endişesi diğer tarafta da denizde bir kaza olur çocuklarını kaybederlerse endişesi… Sörf bireysel bir spor olduğu için bu çocuklardan bir tanesi şampiyon olacaktı. Bu çocuklar yardımlaşmalarına rağmen bir taraftan da rekabet ediyordu. Sonunda en önce Dusty ardından da her bir arkadaşı dünya sörf şampiyonu oldular. Dusty Payne kendisine ne iş yapıyorsun diye soranlara “emlakçı”yım diyor; “çünkü yer satıyor, ama sattığı yer Hawai adasından arsa değil, sörf tahtasının üstünden santimetrekareler… Dusty ve arkadaşları aldıkları sponsorluklarla milyoner olmuş durumda. Bu ilginç hikayeyi video görüntüler eşliğinde Amerikan Eğitimciler Derneği’nin 2013 Mayıs’ındaki Dallas’taki toplantısında ikinci günün baş konuşmacısı John Seely Brown anlattı. Xerox firmasının uzun yıllar araştırma-geliştirme merkezinin beyni olmuş olan John Seely Brown yukarıdaki gençlerin öyküsünü şu şekilde analiz etti. Bu çocuklar sürekli olarak sorguluyordu; ama bu sorgulama sadece zihinsel değil, eylem dolu bir sorgulamaydı. Brown buna eylem olarak merak diye niteliyor. Bu çocuklar sürekli olarak birbirleriyle derin bir bağlantı içindeydi. Birbirlerini kalben dinliyor ve yaptıklarına birlikte tam bir katılım gösteriyorlardı. Kendi performanslarını arkadaşlarından aldıkları geribildirimle geliştiriyordu. Üstün performans “pohpohlamayla değil,” acıtan eleştirileri dikkatle dinleyip onları geliştirerek elde edilir. Dolayısıyla bu grubun özelliği hem olanı iyisiyle kötüsüyle eleştirmeleri, hem de gelen eleştirileri düşmanlık olarak değil, iyileştirme önerisi olarak algılamalarıydı. Dördüncü önemli özellikleri ise sörfü bir deneme yanılma tahtası olarak müthiş zevk aldıkları bir oyuna dönüştürmüşlerdi.

John Seely Brown, “Mentorluk-Birebir öğretmenlik”,“Tersine mentorluk”, “Akran mentorluğu” ve klasik “Usta mentorluğu” kavramlarının 21.yüzyılda devrede olduğunu ve performansı değiştirdiğinin altını çizdi. Gençler, kendinden yaşlılara bilgisayar ve internet gibi konularda mentorluk yapıyor. Yukarıdaki hikayede sörfçü gençler, kendi akranlarına mentorluk yapıyor ve elbette daha tecrübeliler daha acemi olanlara da klasik mentorluk yapıyorlar. Tabi burada dikkati çeken, özellikle yeni ortaya çıkan alanlarda “yeni bin yıl çocukları” denilen 2000 sonrası doğan çocukların biz yetişkinlere mentorluk yapacak bir noktaya gelmesi. Konuşmasında sıra dışı bir soru sordu: Google’ın kurucuları Larry Page and Sergey Brin, Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Wikipedia’nın kurucusu Jimmy Wales, Microsoft’un kurucusu Bill Gates ve ünlü aşçılık öğretmeni Julia Child’ın ortak noktası nedir? Bu insanların hepsi kutunun dışında düşünen, sıra dışı ve yenilikçi insanlardı. Ama bunları diğer insanlardan ayıran başlıca bir ortak özellikleri vardı. Bu ne olabilirdi. Okumaya devam etmeden cevabı biraz daha düşünün. Bu insanların hepsi Montesori okullarına gitmişlerdi. Çocukların özgür seçim yaptıkları, özgür faaliyetlere, keşfetmeye dayalı, yaratıcılığın serbest bırakıldığı okullara gitmişlerdi.

Ne yapalım peki? Eski bildiklerimizin yanlış olabileceğini hesaba katarak ne yapmamız gerektiğini düşünelim.