29.8.07

Sıra Dışı Sanat Atölyesi

Sıra Dışı Sanat Atölyesi

31 Ağustos-1 Eylül Galata Meydanı

2 Eylül’de Tünel Meydanı

Saat 16:00-20:00

Sevgili Dostlar,

31 Ağustos – 1-2 Eylül tarihlerinde Beyoğlu’nda Sıra Dışı Sanat Atölyesi başlığıyla bir çalışma yapacağız.

Yoldan geçen insanlar bir sepetin içinden bir kelime seçecekler. Kelimeler, “açlık, serum, özlem, ihanet, ilahi adalet, çiçek bahçesi, eğlence, düğün, neden, zirve, tenis maçı, doğum, kaba kuvvetin sonu, suç, susuzluk, demokrasi, günah” gibi kelimeler olacak.

Katılımcı sepetten bir fiş çekecek. Fişte bir kelime yazacak. Diyelim ki fişte “Hüzün” kelimesi olacak. Katılımcı, oradaki malzeme kutusundan 5 malzeme seçerek bir eser yapmaya çalışacak. Diyelim ki, bir balon, bir kase, bir eski telefon, bir terlik, bir oyuncak araba seçecek ve bunlarla sevinci anlatan bir eser tasarlayacak.

Her katılımcıya parçaları birbirine bağlayabilmesi amacıyla, koli bandı, bant, Japon yapıştırıcı, ip ve iplik tedarik edilecektir.

Katılımcılar, etkinliği düzenleyenlerin belirleyeceği nesneleri, günlük yaşamdan ve orada hazır olarak bulunan farklı nesneleri kullanarak, 3 dakikalık süre içinde tasarlamaya çalışacaklar. Yapılan eserler de şenlik boyunca, yapan kişilerin isimleri de yazılarak, sergilenecek.

Etkinliğin amacı, sanatın sadece fildişi kulelerde yaşayan insanların işi olmadığını, sıradan insanların da sanat yapabileceğini göstermektir.

Bu etkinlikle ilgili yardıma ihtiyacım var.

Bu etkinlikte sıra dışı eserlerin tasarımında kullanılacak malzemelere ihtiyacım var.

Evde kullanmadığınız bozuk ya da eski eşyaların hepsini kullanabiliriz.

Örnek olarak:

Kağıt havlu rulosu, tuvalet kağıdı rulosu, küçük büyük ampul, mantarlar, mum, iğne, duvar saati, masa saati, kol saati, terlik, eski oyuncaklar (kırık ve bozuk da olabilir), dvd kutusu, vcd kutusu, CD-Rom, bardak, fincan, kupa, tabak, çay tabağı, kaşık, çay kaşığı, kalem, kurşun - tükenmez kalem, kalemtraş, silgi, iplik, dikiş iğnesi, misina, tencere, tava, şişe, kavanoz, pense, biblo, şilt, küçük yastık, vazo, cetvel, gönye, pergel, saksı, mendil, masa örtüsü, çarşaf, telefon, telefon ya da cep telefonu, eski kitap, telefon rehberi, karton kutular, ayakkabı kutusu, sulu boya, kalem kutusu, boya kutusu, iskambil kağıtları, satranç tahtası, satranç taşları, uzaktan kumanda, bilgisayar klavyesi, tepsi, Mouse, eski kasetler vb. gibi.

Yukarıda saymaya unuttuğum daha birçok şey olabilir.

Kırık, bozuk ya da çalışmıyor olması önemli değil ya da çok yıpranmış ya da eskimiş olması da önemli değil. Önemli olan sizin evde kullanmaktan vazgeçmiş olmanız. Onun için her türlü objeyi kutulayıp aşağıdaki adrese gönderebilirsiniz ya da bırakabilirsiniz. 31 Ağustos saat 14:00’ten önce ulaştırabilmeniz ayrıca kritik.

Tünel MNG Kargo

Sıra Dışı Sanat Atölyesi (0542-241 04 02)

Sokakta Şenlik Var.

Galipdede Caddesi 116 Tünel Beyoğlu

(Tel: 243 62 75-76) MNG Tünel

Eğer kargoyla gönderecekseniz, kargoyu ödemenizi de rica edeceğim. Çok sayıda insan büyük koliler gönderecek olursa onu karşılayacak bütçemiz yok. Herhangi bir sponsor yok. Para kazanılmayan ücretsiz bir sanat etkinliği bu. Ben kendi kişisel zamanımı veriyorum.

Ayrıca 31 Ağustos günü saat 12:00’a kadar Okull İstanbul’a da bırakabilirsiniz.

Hacı Ahmet Bey Sok

No.13 /1 Kadıköy İstanbul

(Tel: 0216 -345 66 88).

30 Ağustos’ta da Okull İstanbul’da insan olacak, bırakabilirsiniz.

Ayrıca etkinliğe katılarak siz de eser tasarlamak isterseniz dostlarla buluşmaktan çok sevineceğimi söylemek isterim.

Eğer malzeme gönderecekseniz bana 0542-241 04 02’den ulaşabilirseniz çok sevinirim.



Çok Sevgiler,



Melih Arat

0542-241 04 02

Sıra Dışı Sanat Atölyesi

31 Ağustos-1-2 Eylül Galata Meydanı

Saat 16:00-20:00

2 Eylül’de Tünel Meydanı

Kullanılacak Kelimelerden Bazıları:

“açlık, hüzün, serum, özlem, ihanet, ilahi adalet, çiçek bahçesi, eğlence, düğün, neden, zirve, tenis maçı, doğum, kalp gözü, intikam, ibadet, barış, ruhların buluşması, sevginin gücü, sır, zulüm, hiçlik, modern dünyanın ilkelliği, komedi, keşke, özgürlük, sadeliğin güzelliği, karmaşa, tecrübe, oyun, “O.B.R.”, nefret, sezgi, sevinç, zaaf, çaresizlik, altıncı his, yaratıcılık, karanlık, aydınlık, bilgi, vicdan azabı, keşif, kaba kuvvetin sonu, suç, susuzluk, demokrasi, günah”

27.8.07

Secret-Çekim Yasası

Secret isimli kitap ve film son zamanda oldukça popüler. Birçokları da bana bu film ve kitaptaki mesajın doğru olup olmadığını soruyor. Öncelikle kitabı okumamış veya filmi izlememiş olanlar için kitap ya da filmin temel mesajını özetle söyleyeyim. “Yaşamınızda olmanızı istediğiniz şeylere odaklanırsanız, onları yaşamınıza çekersiniz. Onlar yaşamınızda gerçekleşir. Yani bir bisiklet istiyorsanız ve bu bisikleti rüyanızda bile görecek kadar istiyorsanız, evrenin güçleri harekete geçer ve bu bisiklete bir gün sahip olursunuz.” diyor bu kitap.

Peki gerçekten bir şeyi çok ama çok isteyecek olursak, istediğimiz şey hayatımıza girer mi? Odaklanmanın müthiş bir gücü olduğunu öğrendim geçen yıllarda. Hatta daha ötesi, sadece amaçlarına ulaşmaya odaklanan insanların başarılı olduğunu da. Bununla birlikte odaklanmanın ne olduğunu iyice tanımlamak gerekiyor.

Sadece yaşamlarında bir şeyi istemekle kalanlar, tesadüfler olmadıkça istediklerine ulaşamayacaklar gibi geliyor. Yani diyelim ki, Ayşe “film yönetmeni” olmak istiyor. Sürekli olarak filmler izliyor; filmlerle ilgili kitaplar okuyor; televizyonda film yönetmenleriyle yapılan söyleşileri izliyor. Gece yatınca da hep kendini “film çeken bir yönetmen” olarak görüyor. Film yönetmeni olmayı çok istiyor. Ayşe bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyor. Yıllar geçiyor ve hayaline ulaşamadan muhasebecilikten emekli oluyor.

Ayşe’nin şanslı olduğu bir versiyon da düşünelim. Ayşe muhasebeci olarak çalıştığı şirketten ayrılıp tesadüfen bir film yapım şirketine muhasebeci olarak giriyor. Bu arada hazırladığı senaryolardan birini patronu masasında buluyor ve “senaryo kimin” diyor. Ayşe hararetle kafasında kurguladığı filmi anlatıyor ve patronu Ayşe’yi hiç düşünmediği şekilde algılıyor ve filmi çekmesini teklif ediyor; Ayşe’de muhasebecilikten yönetmenliğe geçiyor.

Bir de Ayşe’nin gerçekten odaklandığı bir versiyon düşünelim. Bu versiyonda Ayşe sadece film izlemek, filmler hakkında kitaplar okumak ve yönetmen söyleşilerini incelemekle kalmıyor. Sürekli olarak insanlara yönetmen olmak istediğini söylüyor. Yönetmenlik kurslarına gidiyor. Senaryolar yazıyor ve senaryoları yapım şirketlerine gönderiyor. Başka yönetmen ve yapımcılarla kendisini tanıştıracak gazeteciler buluyor. Yurt dışındaki yönetmenlere ve yapımcılara kendini tanıtabilmek için ileri derecede İngilizcesini geliştiriyor. Sinema festivali yapılan şehirlere, ülkelere gidiyor; kokteyllerinde insanlarla tanışıyor. Bir yönetmen kendisine asistanlık teklif ediyor ve asistan yönetmen olarak sinema dünyasına giriyor.

İşte “Çekim Yasası” bu üçüncü versiyon olduğunda çalışıyor. Ama oturduğunuz yerden sadece hayal kurarak, isteyerek amaçlarınıza ulaşmayı beklerseniz işiniz şansa kalıyor.

Ancak Secret/Çekim Yasası isimli kitap bu küçük detayı – insanların amaçlarına ulaşmak için örgütlü bir çaba göstermesi gerektiğini söylemeyi unutmuş / atlamış. İnsanlar da sadece isteyerek bir şeylerin olacağını düşündürten bu kitabı seviyor / paylaşıyor.

***

Yeni hazırladığım bir kitap var: “El Yazısından Karakter Tahlili”. Bu kitap için Çizgisiz A-4 kağıtlara tükenmez kalemle yazılmış ve altına imza da atılmış örnek yazılara ihtiyacım var. Eğer yazınız üzerinden ücretsiz olarak karakter tahliliniz yapılmasını isterseniz ve kitapta isim ve imzanız olmadan yazınızın yayımlanmasına izin verirseniz bir yazınızı aşağıdaki adrese 15 Eylül 2007’ye kadar gönderebilirsiniz. Yazılar her zaman yazdığınız özende olmalıdır. Yani çok özenli ya da çok özensiz değil. “Hacı Ahmet Bey Sok. No: 13 / 1 Kadıköy İstanbul.” Geri bildirim için e-posta adresinizi yazmayı unutmayın.

20.8.07

Mühendis Zekâsı

Mühendis mantığı diye bir şey olduğu kabul edilir ve bazen mühendisler yaklaşımlarından ötürü eleştirilirler; bazen de övülürler. Eğer eleştiriliyorsa, “İşte mühendis kafası” denir; övülüyorlarsa “İşte mühendis zekası” denir. İşi zeka kısmından ele alarak bir iki mühendis fıkrası paylaşacağım, hepimize biraz bulaşsın diye…

Bir öğretmen, bir doktor ve bir mühendis golf sahasının kenarında, sahanın boşalmasını beklemektedirler. Mühendis:" Bu adamlar ne yapıyor böyle, 15 dakika önce bitirip sahadan çıkmaları gerekirdi." Doktor: "Bilmiyorum, ama yaptıkları büyük bir terbiyesizlik." Öğretmen: " Üstelik çok isabetsiz oynuyorlar. Vurdukları hiçbir top deliğe girmiyor. İşte görevli geliyor, onunla konuşalım." Görevli: "Kusura bakmayın. Sahadakiler, kör itfaiyeciler. Kulübümüzde geçen sene çıkan yangındaki dumandan gözlerini kaybettiler. Bu yüzden istedikleri zaman burada ücretsiz oynamalarına izin veriyoruz. Öğretmen: "Ne kadar üzücü, eğer çocukları varsa onlara ücretsiz ders verebilirim." Doktor: "Çok güzel bir fikir, ben de hastanedeki doktor arkadaşlarla konuşup onlar için bir şeyler yapabilir miyiz diye bakacağım." Mühendis: "Bu adamlar gündüz değil de, neden geceleri oynamıyorlar?"

Basit bir bakış açısı değişikliği sonuçları olduğu gibi değiştirebiliyor.

***

Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir mühendise bir kırmızı top verip bunun hacmini nasıl bulacaklarını sormuşlar. Matematikçi, bir mezura ile etrafını ölçüp, çevre uzunluğundan hareket ederek formülle yarıçapını hesapladıktan sonra diğer bir formülle yarıçapından hacmini bulacağını söylemiş. Fizikçi ise topu suya batırıp yer değiştiren suyun hacmini ölçerek topun hacmini bulabileceğini söylemiş. Top son olarak mühendisin eline verilmiş, mühendis topu şöyle biraz çevirip bakmış ve sonra:"Bana kırmızı toplar katalogunu bulun" demiş.

Bazen sorunların çözümü yazılı olarak bir yerlerde duruyor olabilir. Bilgiye erişip bakmak öncelikli olabilir.

***

Bir mühendis, bir fizikçi ve bir matematikçi bir oteldedir. Önce fizikçi uyanır, yangını görür ve yangın hortumunu bulur ve başlar hesap yapmaya. Su basıncı, alevin şiddeti, aradaki mesafe falan derken hesaplara göre minimum miktarda suyu ve minimum enerjiyi hesaplar ve yatağına döner. Daha sonra matematikçi kalkar kokunun etkisiyle hole koşar. Bir de bakar ki yangın var. Derken çözüm aramaya koyulur. Yangın söndürme hortumunu bulur ve - çözümü buldum diye bağırarak yatağına geri döner. Derken mühendis burnuna gelen duman kokusuyla uyanır, hole çıkar, bir de bakar ki bir yangın var. Eline geçirdiği bir kovaya su doldurarak yangını söndürmeye çalışır.

Sorunları teori de çözmenin ötesinde uygulama yapmak gerekiyor.

***

Adamın biri bir gün yolda giderken bir kurbağa görür ve kurbağa dile gelir.
- Ben aslında bir insanım, eğer beni bir kere öpersen çok güzel bir prenses haline gelirim"
Adam kurbağayı eline alır ve cebine koyar. Kurbağa tekrar dile gelir
- Eğer beni öpersen çok güzel bir prenses olacağım ve seninle evlenmeye hazırım.
Adam kurbağayı cebinden çıkarır, şöyle bir bakar ve gülümseyerek yeniden cebine koyar.
Kurbağa yalvarmaya başlar
- Eğer beni öper ve güzel bir prenses haline çevirirsen. Seninle evlenirim.

Adam tekrar kurbağayı çıkarır, şöyle bir bakar ve gülümseyerek cebine koyar
Sonunda kurbağa dayanamaz:
- Senin neyin var? Sana çok güzel bir prenses olduğumu ve beni öpersen seninle evleneceğimi söyledim. Neden beni öpmüyorsun?
Sonunda adam konuşur
- Bak, ben bir mühendisim. Kızlarla uğraşacak vaktim yok, fakat konuşan bir kurbağa çok ilginç geliyor.

Gerçekten de evleniyoruz; çocuk yapıyoruz; dünya işlerine karışıyoruz. Bu dünyadaki birçok ilginç şeyi de bu sırada ıskalıyoruz. Dünya tarihi, aşkların, evliliklerin ya da yapılan çocukların tarihi değil, bir şey bulan ve bir şey yapan insanların tarihi. Dünyadaki ilginç şeyleri ıskalamamanız dileğiyle.

14.8.07

Ağrı Dağı’nın Zirvesi’nden Notlar

Bu yıl üçüncü defa Ağrı Dağı’na tırmandım. Tırmanış sırasında yaşadıklarımızdan, oradaki konuşmalarımızdan ve sonrasındakilerden birkaçını paylaşmak istiyorum. Önce en son gördüğüm bir haberden başlayacağım. Döndüğümüz gün birkaç gün önceki gir gazetede Ozan Orhon ile yapılan bir söyleşide Ozan Orhon çok sıkıldığı zamanlarda ya da yaşamında sorun olduğu zamanlarda kendini yemeğe verdiğini ve 132 kiloya kadar çıktığını okudum. Ardından da midesine kelepçe taktırarak 60 kilo vermiş. Sonra kelepçeyi çıkartınca tekrar kilo almış.

Bir insanın kendi idaresiyle az yemek yemesi yerine, kelepçe taktırarak kilo vermesi ne kadar acı bir şey. Daha komik olanı, kimsenin böyle birine esas çözümün kendi yaşamlarımızda idareyi ele almamız gerektiğini söylememesi.

Ağrı Dağı’na tırmanırken ekip arkadaşımız Züleyha soruyor: “Hocam, siz çok sıkıldığınız zaman ne yaparsınız? Yani Ağrı’ya tırmanırken fiziksel olarak, ruhen zorlanıyoruz. Duygusal olarak yoğunlaşıyoruz. Çıkıyoruz; ama Avrupa’nın en yüksek dağı, kendisinin yanında karınca gibi kalan bedenlerimizi eziyor. Böyle zamanlarda siz ne yapıyorsunuz? Sigara mı içiyorsunuz? Uyuyarak kaçmak mı istiyorsunuz?”

Ekip arkadaşımız İbrahim, benden önce cevap veriyor: “Sıra Dışı Yaşam Felsefesi’nde böyle bir şey yok. Yani sıkılınca, sorun olunca, sigara da içmezsin, alkol de içmezsin, uykuya da kaçmazsın.”

Ben de “Benzer bir soruyu Betül de sormuştu diyorum. “Kızınca, çok sinirlenince bir şeyleri yumruklamak, bir şeyleri fırlatmak istemez misiniz?” Benim tüm bunlara cevabım “hayır” idi.

Zaten sigara da içmiyorum, alkol de… Ama başım sıkışınca da başvuracağım şeyler bunlar olamaz ya da Ozan Orhon gibi gibi yemeğe de vermem kendimi. Mümkünse sıkıntılarımı yakın bulduğum biriyle paylaşırım, anlatırım. O da mümkün değilse yazarım. Bir de dua ederim.

Tırmanış’ın son gününde Züleyha, Betül’ün kendisine telefonla “Zorlanırsan, enerji içeceği filan iç.” dediğini söylüyor. Ben de “Hiç enerji içeceğini içtin mi?” diye soruyorum Züleyha’ya. O da diyor ki, “Bir kez ama tadı acıydı. Bitirememiştim.” diyor. Sonra soruyor: “Siz hiç içtiniz mi?” “Yoo, hiç içmedim. Hiç ihtiyacım olmadı. Yani zaten ben de enerji fazlası var” diyorum. Bu arada farkında olmadan elim kalbime doğru gidiyor ve ikimizin de ağzından aynı anda aynı sözler dökülüyor: Enerji, insanın kalbinden, yüreğinden gelir, başka bir şeyden değil.

Ağrı’dan indikten sonra birkaç soru var kafamda. Acaba hangisi daha zor? Ağrı Dağı’na çıkmak mı? Çok yardım ettiğiniz bazı insanların nankörlük yapması mı? Birden ekonomik olarak her şeyinizi kaybetmeniz mi? Sonra düşünüyorum, Ağrı Dağı’na çıkmak çok kolay geliyor. Üç defa değil, bin defa çıkarım Ağrı Dağı’na…

1.8.07

Eşref Saati

Arzu, kardeşi Kemal’e doğum gününde sıra dışı bir hediye almak istiyordu. Fakat eşi benzeri olmayan bir hediye olmalıydı bu. Arkadaşı Pelin ile karşılaştıklarında Pelin çok mutluydu. “Biliyor musun” dedi Pelin, Alaçatı bugünlerde çok moda bir yer. Sabah okuduğum bir dergiye göre dünyanın en güzel kafeteryaları, kahvehaneleri Alaçatı’daymış. Oraya gitmek istedim. Keşke bir vesile olsa da orayı hem görebilsem, hem de dünyaya tanıtabilsem dedim. Türkiye’deki harika birçok şeyi tanıtamıyoruz. Ama başka uluslar, özellikle Amerikalılar çoğu zaman çok da ilginç olmayan şeyleri çok popüler hale getirebiliyorlar. Bugün patron, Çeşme ve Alaçatı bölgesindeki otellerle ilgili uluslar arası bir web sitesi geliştirme projesi verdi. İnanabiliyor musun? Düşündüm ve oldu.”Arzu “Pelincim, tam eşref saatindeymişsin.” dedi. Sonra “buldum” diye bir çığlık attı. “Kemal’e bir eşref saati alacağım.” Pelin ne olduğunu da anlamadan şaşkın gözlerle bakıyordu. “Eşref saati” satılmazdı ki! Arzu, Pelin’den ayrıldı ve bir saatçiye gitti. Büyük kadranlı bir kol saati sordu. Fiyatında anlaştıktan sonra saatçiye saatin camını açmasını rica etti. Kadranda “beş” için ayrılmış bölümdeki ince metal çubuğu kaldırdı ve oraya Rotring marka bir kalemle Eşref yazdı. Artık her gün saat beş olduğunda Eşref saati gelecekti.. Arzu’nun kardeşi Kemal’in doğum günü Cumartesi gününe denk gelmişti ve aile bu doğum günü kutlamasını Cumartesi sabah kahvaltıda yapmıştı. Ancak Arzu, Kemal’e doğum günü hediyesini vermedi ve “senin doğum günü hediyen eşref saatinde verilecek” dedi. Saat beş olunca, Kemal’e şöyle bir soru sordu: “Tek bir dilek dileme hakkın olsa ne dilerdin? Kendi isteklerinin olmasını mı, yoksa başka insanlara yardım edebilmeyi mi?” Kemal, ablasının ona sıra dışı bir hediye vermek üzere bir oyun kurduğunu anladı. Dur bir düşüneyim dedi. “Eğer kendi isteklerimin olmasını seçersem, mutsuz olurum.” dedi. “Alaaddin sihirli lambasından kendisini mutlu edecek şeyler istedikçe, başına hep problemler gelir. Ne zaman cini serbest bırakır; o zaman mutlu olur. Başkasına yardım edecek olursam, dostlarım artar, kendimi iyi ve mutlu hissederim. Evet, tek bir dilek hakkım olsa, başkalarına yardım edebilmeyi isterim.” dedi. İstediği cevabı duyan Arzu, arkasında sakladığı hediyeyi uzattı. Kemal paketi açtı ve saat beş itibariyle eşref saatini gösteren saati aldı. Arzu devam etti: Artık her gün, günde iki defa eşref saatin gelecek. Sabaha karşı ve akşam beşte, insanları yardım etmeyi iste ve onlara yardım etmek için bir şeyler yap. Dileklerin gerçek olacak.”

***

Kemal, kolundaki sıra dışı hediye ile sabaha karşı uyandı. Saat tam beşi, yani eşref saatini gösteriyordu. Kendini birilerine yardım etmekle sorumlu hissetti. Ama sabahın beşinde kime ne yardım edebilirdi ki? “Dua edebilirim” diye düşündü ve aç ve açıkta olanlara Allah’ın yardım etmesi için dua etti. Sonra bu yetersiz geldi. Yataktan kalktı ve geceden kalmış bulaşıkları yıkadı. Geceleyin misafir gelmişti ve bir sürü bulaşık çıkmıştı. Annesi kendini yorgun hissetmiş ve bulaşıkları yıkamadan yatmıştı. Böylece annesine yardım etmiş olduğunu düşündü. Sabahleyin annesi bulaşıkları yıkanmış olduğunu görünce, “Herhalde Arzu yıkadı, ben de bu zamanı poğaça yapmak için kullanayım” diye düşündü. Kemal sabah okula giderken annesi yeni yaptığı poğaçalardan bir torbaya bolca koyarak verdi. “Anne ama bunlar çok fazla hepsini yiyemem ki” dedi. Annesi ısrar edince okula yollandı. Durağa doğru yürürken evsiz bir adam gördü. Adam onu görünce, Kemal rahat yürüsün diye yol verdi. Böyle bir berduştan beklenmeyecek kadar ince bir davranıştı bu. Kemal, adamın özenli davranışı fark etti ve durdu. İşte yardım etmek için fırsat önünde duruyordu. Adama dönerek size biraz poğaça ikram edebilir miyim diyerek poğaça torbasından bir-iki tane kendine ayırarak gerisini adama uzattı. Adam parasını ödemeye teklif etti. Kemal “ama bu benim size hediyem” dedi. Adamcağız, Biliyor musun evladım, bu sabah keşke biraz ev poğaçası olsa da yesem diye içimden geçirmiştim dedi. Herhalde eşref saatindeymişim.” dedi. Kemal gülümsedi ve saatine baktı. “İkimiz de eşref saatindeymişiz amcacım” dedi. Okula gittiğinde bir kompozisyon yazması istendi ve yaşadığı bu öyküyü yazdı. Öğretmeni, tüm sınıfa yüksek sesle okuttuğu bu öyküye 10 üzerinden 10 verdi.