9.11.10

Filler, Biniciler ve Oruç

Afrika’da terbiye edilmemiş bir file binip ona yön vermeye çalışanlar, pek fark etmeseler de aynada kendilerini görmüş gibi olurlar. Terbiye edilmemiş isteklere yön vermek, bir fili idare etmeye eş değerdir.

Bu yaz Amerika’dan satın alarak döndüğüm kitapların içinde Chip ve Dan Heath’in kaleme aldığı “Switch” (Değiştir) isimli kitap var. Kitabın alt başlığı çok çekici “Değiştirilmesi zor şeyleri nasıl değiştirirsiniz?” Türkiye’ye döndüğümde kitaba 25 dolar ödediğime üzüldüm. Çünkü kitabın Türkçe versiyonu Optimist yayınlarından çıkmış ve ofisime ulaşmıştı. Hasan Balcı’nın biyografisini yazmak için Kahramanmaraş’ta bir otel odasında çalışıyordum. Bütün gün çalıştıktan sonra zihnim iyice yorulmuştu ve akşam altı sularında iftarı beklerken bilgisayarın bir tuşuna daha basmak istemiyordum. 2000 yılından beri televizyon perhizi yapıyorum; ama elim kumandaya gitti. Otel odasında televizyonu açtım. Sonra Sanat’ın sesini duydum; “Sen televizyon izlemezsin ki!” Evet, kendi kimliğime çelişen, tutarsız bir şey yapıyordum. Kendimi topladım ve televizyonu kumandasından kapattım. Sehpanın üstünde duran Switch isimli kitabı aldım.

Switch kitabı, bizim Nefis Yönetimi dediğimiz konuda İslam kültüründen kopya çekmiyorsa bile, tamamen nefis yönetimiyle ilgili çok başarılı bir metafor / örnek bulmuş. Bulduğu metafor fil ve binicisi. İnsanın güdüleri fil, aklı da binici. Fil çok büyük, binici ise çok küçük. Binicinin işi fili yönlendirmek, ama fil bir şey yaptırmak isterse binicinin onu durdurması çok zor. Binici çok yedin dur diyor; fil ise şu fıstıklı kadayıfın da tadına bir bakayım. Binici kalk çalış diyor; fil şimdi sırası değil diyor. Kitabın cümleleriyle gidersek “akılcı zihin, atletik bir vücut ister, duygusal zihin krema dolgulu çikolata. Akılcı zihin egzersiz yapmak için sabah altıda kalkmak ister, duygusal zihin bir çarşaf ve battaniye kozasının içinde uyuklar. Duygusal yanımız fil, akılcı yanımız da onun binicisidir. Binici ile altı tonluk fil, hangi yöne gidecekleri konusunda fikir ayrılığına düşecek olursa, binici kaybeder.” Benim oteldeki örneğimde, nefsim televizyon izlemek istedi; ama yapmam gereken kitap okumaktı. Ancak birçok örnekte sanırım hepimiz için nefsimizin istediğini bırakıp yapmamız gerekene odaklanmak çok zor.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, filimizi dizginlemeyi öğrenmek için çok iyi bir fırsat, ne var ki çok azımız Ramazan ayı sonrasına kalacak bir değişim elde ediyoruz. Oruç tutanlar nefislerini / fillerini 30 gün boyunca dizginliyorlar; ama 30 günün sonunda kişilik ya da davranış değişimi geçiren çok kimse yok. Sanırım böyle bir şeyi fark eden ve hedefleyen de yok. Kişisel gözlemim şöyle, Ramazan ayında her ne kadar maneviyatımız yükseliyorsa da, sanki birçoğumuz kendimizin daha iyi bir versiyonunu geliştirmek açısından sadece aç kalıyor gibi görünüyor. Böyle söylememin nedeni, öğrenciler 30 gün oruç tuttuktan sonra daha çalışkan olmuyorlar; kendilerini sinirli kabul eden insanlar daha yumuşak ve hoşgörülü olmuyorlar. Sigarayı bırakmak isteyenler sigarayı bırakmıyor; düzensizler düzenli olmuyor; kilo vermek isteyenler yemek düzenlerini değiştirmiyor. Erken kalkmak isteyenler erken kalkmıyor. Halbuki 30 gün boyunca filini dizginleyen insanın sonrasında dizginlemeye devam etmesi gerekmiyor mu?

Nasıl bir iftar yapmalıyız? Mükellef bir sofrada mı, imkanımız olsa da bir büfede mi, mütevazı bir sofrada mı? Bu soruya daha iyi cevap verebilecek benden çok daha alim zatlar var; ama izninizle ben kendi çıkardığım sonucu söylemek istiyorum. Eğer bütün gün nefsimize hakim olmaya çalışıyorsak, oruç açıldığında da fiziksel ihtiyacımızı karşılayacak mütevazı bir iftar yapmalıyız. Kuş sütünün eksik olmadığı bir iftar sonrası, kendinden geçmiş bir şekilde yiyeceklere saldırılan bir iftar sanırım gün boyu yapılan nefis terbiyesinin ruhuna pek uygun değil. Heath kardeşlere göre değişim, fil ve binici aynı yönde hareket etmeyi başardığında mümkün.

Hiç yorum yok: