17.10.06

Çalışmak sıkıcı mı, eğlenceli mi?

Pınar, üniversite sınavına hazırlanıyordu ve bu iş ona çok sıkıcı geliyordu. Motivasyonu oldukça düşmüştü. İlkokul ikinci sınıfa giden kardeşi Samet ise enerji fışkıran, inanılmaz ölçüde eğlenerek dolaşan bir çocuktu.

Samet, bir gün okuldan eve arkadaşı Alp ile geldi. Kendi aralarında bir yarışma düzenlemişlerdi. Samet arka arkaya iki bilmece sordu: “Kolu var, bacağı yok; dikdörtgeni var, karesi yok.” İkinci bilmece de şöyleydi: “Küçük, dikdörtgen kutu, içi insan dolu.” Alp birincisini bilemedi; Samet bir kağıda eksi bir puan yazdı. Cevap “kapı” idi. İkincisini ise bildi; cevap “televizyon”du. Ardından Alp sordu: “İncecik beli, elimin eli.” Samet düşündü, düşündü ama bulamadı. Cevap “çatal”dı. Ardından ikinci bilmeceyi sordu: “Bir Japon ne zaman ‘merhaba’ der?” Samet bu sorunun cevabını bildi ve bilmeceleri karşılıklı sormaya ve puanları yazmaya devam ettiler. Artık her gün düzenli olarak okuldan geliyor; daha önceden araştırıp buldukları bilmeceleri birbirlerine soruyorlar ve haftanın şampiyonunu ilan ediyorlardı. Her ikisi de bilmeceleri bulmak ve çözmek için büyük çaba gösteriyor ve yarışma sırasında inanılmaz eğleniyorlardı.

Pınar, Samet ile Alp’in bu eğlenceli öğrenme yöntemini, “Ben üniversite sınavına hazırlık için kullanabilir miyim?” diye düşündü ve arkadaşı Özlem ile anlaştı. Artık onlar da her akşam okuldan sonra buluşuyor ve birbirlerine test kitaplarından sorular soruyorlardı. Eskiden eziyet olan test çözme işi, şimdi tatlı bir yarışa dönüşmüştü.

Samet, bu bilmece işini sürdürürken evde yeni bir uygulama başlattı. Hayat bilgisi dersinde öğrendiklerini kağıtlara yazıyor ve evin duvarlarına, kapılarına yapıştırıyordu. Eve gelen misafirler tuvaletin kapısını açarken Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin isimleri ile karşılaşıyordu. Musluğun üstünde ise karasal iklimin özellikleri yazılı idi.

Pınar, küçük kardeşini gıpta ile izliyordu. Bu çocuk bir dahi olmalıydı. Öğrenmesi gereken kritik ne varsa yazıp çevresine yapıştırıyor; çevrede gözüne çarpıyor; böylece öğrenmek için fazla bir zaman da harcamıyordu. Pınar, “Neden ben de aynı yöntemi izlemiyorum?” dedi ve üniversite sınavına hazırlıkla ilgili ezberlemekte güçlük çektiği bilgilerin hepsini kağıtlara büyük büyük yazıp evin değişik noktalarına, duvarlara, kapılara, aynalara astı. Hatta bir adım öteye giderek yöneticiden izin aldı ve apartmanın dış kapısından itibaren zarif bir şekilde kağıtları apartmanın duvarlarına da astı. Eve her giriş çıkışı da bir öğrenme etkinliği ile dolmuştu. Samet, her hafta kendi notlarını değiştiriyordu. Bu çocuk gerçekten öğrenme konusunda çok yaratıcıydı. Pınar da her hafta kendi kağıtlarını değiştirmeye başladı.

Samet bir gün okuldan eve gelince bir şarkı tutturdu. “Mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu” şarkısı vardır ya onu derste öğrendiği bir bilgiyle birleştirerek söylüyordu. “Mini mini bir Merkür olmuştu; Venüs’ün yanına konmuştu, aldım onu Mars’ın yanına...” Pınar, bu şarkıyı da duyunca küçük kardeşine daha da hayran oldu. Ezberlemekte zorlandığı formüllerin listesini çıkardı ve onları sevdiği şarkıların sözlerinin içine koyarak yolda yürürken söylemeye başladı.

Sonuç? Pınar üniversite sınavında ilk dört bine ve istediği bölüme girdi. Pınar, üniversite sınavıyla ilgili iyi haberi aldıktan sonra Samet’e bir hediye aldı. Samet, “Bu hediyeyi bana üniversiteyi kazandığın için mi aldın?” diye sorunca Pınar şöyle cevap verdi: “Hayır, bu hediyeyi bana çalışmanın istenirse ne kadar eğlenceli bir şey olabileceğini öğrettiğin için aldım.”

12/04/2004

Hiç yorum yok: