28.9.06

Özgür Saatler Söyleşisi

banu'dan...

Bu programı Melih'le yapalı çok uzun zaman oldu. Konuştuklarımızdan, o günden bugüne çok birşey aklımda kalmamış. İyi ki bu web sitesini hazırlıyorum, çünkü konuştuklarımızı yazıya dökerken bir şeyi farkettim. Melih'in sarfettiği bir cümle beni neredeyse beni tarif ediyor... 'Topluma değer katmamıza götürecek olan şey, kendimizi keşfetmek için yapacağımız denemelerdir.'

Bu program benim ilklerimden biri, yani kendimi yeni yeni keşfetmeye başladığım günlerden... O zaman bu söz bana çok birşey ifade etmemiş ki, öyle geçip-gitmişim üzerinden.

Şu an kendimi keşfetmek için çıktığım bu yolculukta epeyce ilerledim ve şimdi de karşınıza bu web sitesiyle çıktım... Programlarda konuştuğum konuları biraraya toparlayarak topluma yani sizlere fayda sunmaktı amacım. Benim şu anda varmış olduğum nokta, Melih'in bu sözünün doğruluğunu kanıtlıyor.

Peki bu yolculuk beni daha başka nerelere götürecek?

Gerçekten ben de hiç bilmiyorum. Sadece hayatın karşıma çıkardığı fırsatları elimi uzatıp-alıyorum, o kadar...

Banu Özdemir'in yolculuğunun gelecek duraklarını hepbirlikte izleyeceğiz...

----------

Melih Arat...

'Özgür Saatler'in bana kazandırdığı çok değerli dostlarımdan biri...

Radyonun kapısından ilk içeri girdiğinde, papyonu ve sempatikliğiyle dikkatimi çekmişti ve kanım O'na hemencecik ısınmıştı... Zaten program da çok neşeli ve keyifli geçti ...

Program sonrasında Melih beni düzenlediği bir Sultanahmet gezisine davet etti, ben de koşarak gittim tabii. İyi ki de gitmişim; doğma-büyüme İstanbul'lu olan ben, Yerebatan Sarnıcı'nı ve daha birçok yeri bu sayede ilk defa görebilmiş oldum...

Sultanahmet ayrı bir dünya... Şu 'in' mekanları bolca arşınlıyoruz ama, her bir köşesinden tarih fışkıran bu meydanı hangimiz iyi biliyoruz? Eğer bir gün Sultanahmet'e yolunuz düşerse -ki bence biran önce düşsün- tarihi yapıların yanında, orada olağanüstü güzel mekanlar da göreceksiniz... Varlığından bihaber olduğunuz mekanlar... Daha önce niye gelmemişim diyeceksiniz, tıpkı benim dediğim gibi... Mesela dikili taşların hemen karşısındaki İbrahim Paşa Sarayı'nda içtiğim Türk Kahvesinin tadını bir türlü unutamıyorum... Yanında lokumla ikram edilen o kahve bana nasıl lezzetli geldi, size anlatamam... Eminim bunda içinde bulunduğum mekanın eşsizliğinin de çok büyük etkisi vardı...

Melih sayesinde keşfettiğim bir diğer mekan da 'Zeyrekhane'... Rahmi Koç'un yaptırdığı bu muhteşem restaurant Unkapanı-Zeyrek'te... Zeyrek Camii'nin hemen yanında... Bugüne kadar gitmediyseniz, ilk iş kendinizi atın derim... Pişman olmayacaksınız... Gittiğinizde bir de 'Nar Suyu' için ve kalbinizden beni geçirin...

Kimbilir? Belki hissederim...

----------

Girişte sıradışılıktan bahsedeceğim diye beklediyseniz, boşuna...

Aşağıda bol bol okuyacaksınız zaten.

Bir tek şunu söyleyeyim, Melih'in anlattıklarını dikkatlice, sindire sindire, üzerinde düşünerek okuyun... Sonra bir daha okuyun... Sonra tekrar okuyun... Sonra tekrar düşünün...

Göreceksiniz, hayatınız nasıl da değişecek...

ÖZGÜR SAATLER

15 Aralık 2002

Konuk: Melih Arat

BÖ: Melih seninle ortak bir amacımız var. Aynı şeyi, farklı yollardan yapmaya çalışıyoruz. Ben bugüne kadar 'Scuba Diving'den 'Harley Davidson'lu yaşam biçimine', 'Dağcılık'tan 'Puro kültürü'ne, bir çok konuyu ele aldım 'Özgür Saatler'de. İnsanlara hayatlarını rutinden çıkartmak için farklı alternatif sunmaya, tanıtmaya çalışıyorum. Sen de seminerler yoluyla insanlara 'Sıradışı Yaşam'ın kapısını açıyorsun. Bu açıdan seni konuk etmek bana ayrı bir heyecan veriyor. Hoşgeldin programa.
MA: Hoş bulduk... Banu özellikle seni tebrik etmek istiyorum, böyle bir program yaptığın için... Çünkü özgür olan her şeyi tanıtman müthiş bir şey... Senden mail geldiğinde, programın ismini gördüm... 'Aman Tanrım! Özgür Saatler... Benim yıllardır arayıp da bulamadığım radyo programı ismi' dedim:... Gerçekten hepimizin özgür saatlere ihtiyacı var. Özgürlük sadece bileklere vurulmuş olan zincirin kırılması değil, zihinlerimize vurulmuş olan zincirlerin kırılması. Az önce bahsettiğin Scuba diving gibi ele aldığın konular da, zihinsel olarak bağlı olduğumuz zincirleri kırmak için birer anahtar. Çok heyecan duydum.. Dedim ki hemen bu programa koşarak gitmeliyim:)))

BÖ: Ben de internette dolaşırken 'Sıra Dışı Yaşam' seminerlerine rastlayınca aynı mutluluğu heyecanı hissettim. Uzunca bir süredir bu seminerleri veriyorsun, bu konuda çok fazla emek sarfettin...
MA: Evet... 1995 yılından beri yaratıcılık konusunda yazıyorum, okuyorum, araştırıyorum; kavramları ve teknikleri geliştirmeye çalışıyorum. Batıdan aldığımız içeriği Türkiye'ye empoze etmekten ziyade, özgün bir içerik üretip... hatta becerebilirsek, bunu da tüm dünyaya sunmak gibi bir amacım var. Çıkış noktası böyle değilse bile şimdi o yöne doğru gidiyor. Ama sanırım dinleyiciler diyecekler ki bunlar bulmuşlar birbirlerini, bize ne yaptıklarını ne yapabileceklerini anlatacaklarına... birbirlerine iltifat edip duruyorlar:))

BÖ: Haklısın: Bulmuşuz birbirimizi, şimdi mesleğin sorunlarıymış-sıkıntılarıymış... konuşurmuşuz... Hemen konumuza girelim o zaman... Niye sıra dışı yaşam? Sıradışılık bize ne kazandırır? Yani insanın, doğru-düzgün bir yaşantısı varsa, sıradışı bir yaşamı neden istesin ki?
MA: Sıra dışı bir yaşam belki de yaşamın kendisi de onun için... Hepimizin ihtiyaç duyduğu bir şey, yaşamanın kendisi... Şimdi iki tür yaşam var olduğunu kabul edebiliriz. Şablon yaşamlar ve gerçekten seçilmiş yaşamlar... Toplumun maalesef bize sunduğu yaşam alternatiflerine baktığımız zaman, birer şablon olduğunu görürüz. Okula git, askerlik yap, evlen... Hele kadınlar için nasıl sablonlar var, Tanrım çıldırıyorum... 6 aylık bir bebeğe -kız bebekler için söylüyorum tabii- büyüyünce gelin olacaksın, duvak takacaksın... Daha şimdiden yönlendirme başlıyor...

BÖ: Çocuk oyunları bile o yönlendirmeyi aynen devam ettiriyor...
MA: Tabii, kesinlikle... Çocuk şarkılarına, ninnilere kadar herşeyde var buyönlendirme... Neredeyse bir kız büyüyünce bile evlenip evlenmemeye bile kendisi karar veremiyor. Erkekler açısından baktığınız da durum aynı... Onlara da bir maçoluk şablonu, değişik versiyonlarda sunuluyor. Memoli dizisindeki Memoli'den, şimdilerde Çocuklar Duymasın'daki Tamer Karadağlı'nın canlandırdığı karakter... Gerçi hoş bir şeyler yapıyolar ama... Topluma sunulan şablonlar var. Ben diyorum ki, bu şablonları kırmazsanız kendiniz olamayacaksınız. Sıra dışı yaşam becerilerini de şöyle sunuyoruz insanlara... Diyoruz ki... İnsanlar ya sıra altıdır, ya sıra içidir,ya sıra dışıdır, ya da sıra üstüdür. Bu dördünden biridir. Bunlar benim tasnifim tabii...

BÖ: Neyi kastediyorsun sıra altı,sıra üstü derken?
MA: Sıra altı terörist gibi adamdır.Tamamen bağlanmıştır, yani örgüt lideri, reisi, komutanı ne derse onun yapar... Git der, uçakları ikizlere çarptır, o robot gibi komutu yerine getirir. Veyahut da git kendini hapishanede yak der, o da yakar... Bunun düşünme yeteneği kalmamıştır. Toplumdaki, sıra içi sınıflaması 'sıradan' insanlardır. Sırada insan ne yapar? Toplumsal şablonlar ne gerektirirse onu yapar. Düşünme yeteneği vardır, ama çoğu zaman bunu kullanmaz. Örneğin bir cep telefonu desenli olabiliyor değil mi? Desenini de değiştirebiliyorsun. Otomobilin desenlisi var mı? Bir tek Volkswagen kaplumbağaları özel istekle yaptırabiliyorsun. Diğerlerine bakıyorsun, onlar niye desenli değil? Olmaaaaz... Araba beyaz, kırmızı, mavi, sarı olur... Farklı görünmek istiyorsun, fakat olamıyorsun...

BÖ: Bir de 'İnsanlar ne der?' baskısı var tabii..
MA: Kendin olamıyorsun o zaman, diğerinin beklediği kişi oluyorsun. Sıradışı yaşam becerilerinde, insanları bu sıradanlıktan çıkarmaya çalışıyoruz. Düşünme yeteneği var insanın.. Cep telefonu desenli olabiliyorsa, araba da olur... Neden olmasın? Şahsen benim, şöyle alevlerin içinden çıkan araba desenli bir otomobilim olsun isterdim... Ben böyle papyonla dolaşan bir adamım. Belki arabamın kaputunun üzerinde bir papyon deseni de olabilirdi... Hoş olabilir... Beni yansıtacaktı... Sıradan insanlar, sıra altılardan yine de üstünler. Sıradan insanı, uçağa bindirip İkizlere çarptır dediğinde, 'manyak mısın sen kardeşim?' der. Yine de düşünme yeteneği var. Sıradışı insanlar denemeye açıktırlar. Hayalleri vardır... Kurcalar, deneyler yapar, pek toplumu da takmaz... Takmaz derken, toplumla birlikte yaşar ama... Toplumla barışık bir haldedir ama bazen ters düştüğü anlar da olur. Ama sonunda da kendini bulacaktır. Toplumdan sıra dışı insanlarıa bir örnek vereyim size... Sıradışı insan öyle kulağına küpe takan insan da değildir, küpe takanlar da alınmasın... Sıradışılık derken bir marjinallikten bahsetmiyorum. Örneğin Çine'de, Çine bu arada Aydın yakınlarnda bir kazadır. Orada bir de göl var, Çine Gölü... Gölün yakınlarında bir balıkçı kahvesi var. Bu balıkçı kahvesinde yaşlı bir amca var gelene gidene kahve yapıyor. Ama kahveyi nasıl yapıyor? kahveyi cezveye ve ateşe koyuyor, 2 dakika geçiyor... Önünde bir sürü kavanoz var. Birinde hindistan cevizi var, bir miktar ondan atıyor. Aradan 3 dakika 15 saniye geçiyor ve saatine bakıyor bu sefer başka bir baharat atıyor. Yaklaşık 15-16 dakikada bir kahve yapıyor. Kendine özgü bir Çine kahvesi olmuş. Türk kahvesi ama, aroması farklı... Bir içiyorsunuz kahveyi, muhteşem bir lezzet !!! Diyorsunuz ki bana bir tane daha yap. Bütün müşteriler bayılıyorlar bu kahveye. Ne yapmış bu adam? Belki hiç okumamış olabilir, parası da olmayabilir, ama sıradışı bir adam bu... Sıradışı bir kahve yapmış... Düşünsenize, böyle bir kahveci olsanız herhalde çok mutlu olurdunuz... Çünkü bütün müşterileriniz sizden mutlu. Sıradışı olmak demek, hem kendin için hem başkaları için mutluluk kaynağı olabilecek bir deneme yapmak. Diğer kahveciler mutlu mu? Bunun bir hikayesi var... Ben seminerlerimin girişinde anlatıyorum bu hikayeyi... Öğrencilerimden bir tanesi, benden izin alarak İzmir'da bu seminerleri vermek istedi. Ben de yapabilirsin dedim. O da semineri yapacak, bir ilan vermiş... Copyright: Melih Arat, Semineri veren: Sabri Derin... Oranın kahvecidi de merak etmiş... 'Abi.. bu ne yaa.. ben de bir gelebilir miyim seminere' diye.. Sabri kabul etmiş, eğitimde az önceki hikayeyi anlatmış. Oranın çaycısının ismi Osman. Çine'deki kahveci yapar da ben yapamaz mıyım? Gidiyor kendi çayocağına, Nesquik, Nescafe, Capuccino ne bulursa karıştırıyor... 3-4 deneme yapıyor, değişik değişik... Haahhh! Tamam buldum, diyor... Kendi yaptığı yeni kahve türünden, dershanenin müdürüne, öğretmenlere dağıtıyor. 'Bu ne?' diyorlar.... Osman'ın spesiyali diyor.. Dershane müdürünün misafirleri geldiğinde, telefon açıyor, Osman bana senin spesiyalden getirir misin, diyor. Şimdi ne oldu? Sıradışılık bizim yaşamımıza yeni bir seçenek kattı. Biz ne kadar fazla, yeni şey denersek, bu hem bizi mutlu ediyor hem de etrafa aynı şekilde... Kahveden söz ettik... Biraz da tatlıdan söz edelim:... şimdi özellikle İstanbulluların sevdiği bir tatlıdan söz edeceğim... Bu arada dörtlü sınıflama var, dedik... sıra altı, sıra dışı, sıra üstü ve sıra dışıydı bunlar... Sıra üstü ne yapar? Sıra üstü para kazanır. Sıra üstü olanlar, uygarlığa bir ürün, bir hizmet sunarlar. Yani denemekle kalmaz bunu uygulamaya geçirerek hizmet verirler. Sıra üstü, Edison gibi bir adam... Bir ampül yaparsın, bütün dünya aydınlanır. Mesela Türkiye'den sıra üstü bir adam söyleyeyim size... Beyoğlu'nda İnci Profiterol. İstiklal caddesinde tatlı yiyeceksek ne yiyeceğiz? Profiterol yiyeceğiz. Adam profiterolü icat etmiş, artık sen profiterolü Gaziantep'e de gitsen yiyiyorsun, İzmir'e de gitsen yiyiyorsun... Bu adamın yaptığı icat ne olmuş, git gide yaygınlaşmış... İşin püf noktası, ülkeler nasıl gelişiyor diye baktığımız da... Bana öyle geliyor ki, İMF'den gelen kredilerle gelişmiyor ülkeler... Sıradışı insanların ürün ve hizmetlerinin gelişmesiyle gelişiyor. Düşünsenize şu Çine kahvecisini... Şimdi Starbucks açılıyor, Türkiye'ye... Kadıköy Carrefour'un içinde ilki açılıyor... Dünyanın en büyük ve hızlı büyüyen zincirlerinden bir tanesi Starbucks. Kuzey Amerika'da, yanılmıyorsam Seattle'da başlayan bir kahve zinciri... Starbucks Coffee tüm Türkiye'ye yayılacak da, Çine kahvesi yayılmıyor? Keşke Çine Coffee:) İstanbul, Ankara, İzmir, sonra da Paris, Londra, Sofya, New York... buralara yayılmıyor? Yayılsaydı eğer, bunun lisans gelirleri... Türkiye'nin imajı neden dünyada iyi değil? Çünkü Türkiye'nin dünyada sevilen bir markası yok. Biz bugün Amerikalıları bugün lider olarak kabul ediyorsak onların çeşit çeşit markaları, teknolojileri yüzünden.

BÖ: Şimdi, ben bu programda insanlara farklı yaşam alternatifleri sunuyorum. Farklı yaşam stilleri olan insanlar senin sınıflandırmana göre neredeler? Sıra dışılar mı, sıra üstüler mi
MA: Aslında az önce yaptığım tasnifte ince bir ayrım vardı, koşullu doğruyu söylemem lazım... Aslında hiç kimse tam olarak sıra dışı olamaz, biz sadece seçtiğimiz eylemlerde ve davranışlarda sıra dışı olabiliriz.Yoksa araba sürerken pek de sıradan sürmek zorundayız... Toplum içinde yaşarken yaptığımız faaliyetler sıradan olmak zorunda, ama bazı şeyleri sıra dışı yapmalıyız. Şimdi yoga yapan birisi, rafting yapan birisi veya scuba diving yapan birisi sıra dışı sayılabilir mi? Bu eylemler eğer toplum nazarında sıra dışı olarak sınıflanıyorsa sıra dışı sayılabilir. Ama aslında, yaratıcılık nedir diye baktığınızda, yaratıcılık iki şeyi birbirine bağlamak demektir. Mesela şimdi, bizim radyo aracılığıyla, seslerimiz-konuşmalarımız dinleyiciye bağlanıyor. Bu anlamda radyo genel anlamda bir yaratıcılık örneği. keza bilgisayar ın bütün parçaları birbirine bağlı, otomobilin parçaları birbirine bağlı. Parçaları birbirine bağlı olmayan bir makina yok. Diyeceksin, scuba diving le bunların ne alakası var? :)

BÖ: Bağlayacağız şimdi :)
MA:Eğer 'scuba diving'i yaşamımıza yaratıcı bir şekilde bağlayabiliyorsak, bunu sıradışılığın bir girdisi olarak kabul ediyoruz. Küçük bir hikaye anlatayım... Bizim sıra dışılıkla ilgili seminer katılımcılarımızdan birinin hikayesi. Ahmet Özken isimli bir arkadaşımız, kız arkadaşına 10 Temmuz'daki doğum gününde sıradışı birşey almak istedi. Nasıl bir hediye verdi, onu söyleyeceğim. Alfabetik düşünme yeteneğini kullanarak bu hediyeyi icat ediyor. Hediye şöyle... Bir gün sevgilisi Ayşe'ye bir mektup geliyor, Altınyıldız Oteli'nden. Mektup otelin dalgıçlık klübünden. Deniyor ki mektupta, doldurmuş olduğunuz bir formla, sadece 10 Temmuz'da geçerli olmak üzere, 2 kişilik dalgıçlık eğitimi kazandınız. Ahmet'e söylüyor bunu, bak böyle bir şey çıktı doğumgünümde, gel beraber gidelim diye... Ahmet mırın kırın ediyor... İsteksizce kabul ediyor, görünüyor. 10 Temmuz'da beraber kalkıp gidiyorlar, otele. Bu arada bunların dalgıçlık sertifikası da yok. Sertifika olmayınca, ilk dalışta 7 metreden fazla dalamazsınız deniyor. Bunlar 7 metreye bir dalıyorlar, inanılmaz bir şey !!! Bir anfora buluyorlar. Batık gemiden kalma bir testi. Uçuyorlar havaya... Testiyi alıyorlar, yukarı çıkarıyorlar. Ayşe artık takla atacak... Hem bedava dalış kazanmış, üstelik de bir batık bulmuş... Testiyi sallıyorlar, testinin içinde birşey var... Tanrım, bu ne??? İçinden, naylon poşetin içerisinde 2 tane inci küpe çıkıyor. Hazine bulduk!!! Ayşe, naylonu bir açıyor, içinde bir yazı: Hayatımın incisine, inciler yakışır:) İşte sıradışı yaşam becerileri bu !!!

BÖ: Ne muhteşem !!! Ayşe yerine ben çok duygulandım şu an, ağlayacağım şimdi :) Kimbilir nasıl bir tepki vermiştir kız?
MA: Tabii, kızın o anki halinin fotoğrafını bir görmek lazım tabii ki:. İşte, günlük yaşamımızdaki problemleri çözmek, günlük yaşamımıza değer katmak, onu güzelleştirmek hem kendimiz için anlatılası, yaşanılası, paylaşılası hikayeler anlatabilmek için bunlara ihtiyacımız var. Ahmet'in daha önce dalgıçlıkla alakası olmasaydı, Altınyıldız Oteli'ni bilmeseydi bütün bunların hiçbiri olmayacaktı. Tüm bunları yapabilmek için, Altınyıldız Oteli'ne gitti, oradan antetli kağıt aldı, yazdı, gönderdi... B öyle bir sürü ayrıntı ve detay var...

BÖ: Sıradışı bir hediye olmuş gerçekten...
MA: Çok örnek var böyle... Yaratıcılık işte parçaları bağlayıp, yeni birşey yapabilmek. Bunu yapabilmek için değişik parçalar lazım. Eğer hiç dalgıçlık yapmazsan, onu oraya bağlayamazsın. Bir yazar olduğunuzu düşünelim... Bir cinayet öyküsü yazacaksınız, enteresan birşey olsun istiyorsunuz... Eğer puro içmediyseniz, kahramanınıza puro içiremezsiniz. O puro zehiri taşıyacak, böylece öyküde cinayet işlenecek... Adamın bunu yazabilmesi için purodan haberdar olması lazım.

BÖ: Özellikle şehirde yaşayanlar için rutin bir hayat hakikaten çok hakim... İşten eve, evden işe... En fazla yaptığımız bir restaurant veya cafeye gitmek oldu çıktı. Ama bunu bir anlamda da rahatlığı var. Hiç birşekilde yormuyorsunuz kendinizi, hiçbir riskiniz yok. Sıkıntısı yok. Örneğin geçen hafta dağcılıktan bahsettik. Çok meşakkatli bir dağcılık. İnsanlar neden rahatlarını bozsunlar da yeniden bir şey denesinler?
MA: Denemesinler ve geldikleri gibi ölsünler-gitsinler: Şimdi yaşam doğumla ölüm arasında geçen bir şey gibi zannediliyor, ama onun içini doldurursan... Benim 'dolu dolu boş yaşamak' diye kullandığın bir tabir var. Sadece Türkiye değil, dünya toplumları 'dolu dolu boş yaşıyorlar'. Daha acısı nüfüs cüzdanlarında yazan kimliklerinin haricinde kim olduklarını öğrenemeden ölüyorlar.

BÖ: Bir arkadaşım çok güzel bir sözü vardı, 'iyi ki TV icat edildi, ölümü beklerken insanların canı sıkılmıyor' diyordu... Bence güzel bir tespit yapmış:) Televizyon karşısında çok vakit kaybediliyor hakikaten...
MA: :)))) O kadar keskin değil... Ben çok fazla çocuk kanalı izliyorum, mesela. Özellikle Nickelodeon kanalı var, Digiturk'te. Herkese hararetle tavsiye ederim... Real Monsters, Hey Arnold kaçırmayacakları çizgifilmler... Konumuza geri dönelim, insanlar günlerini yaşayıp gitsinler mi? Annemiz-babamız tarafından çizilmiş şablonlar var, işte... okula git, askerlik yap, işe gir... Az önce de konuştuk... Nasuh Mahruki diye enteresan bir insan var. Televizyondan izliyoruz, kahraman insan... Bu saygıdeğer adamla ilgili birkaç soruyu aklımıza getirmeliyiz. Böyle de söyleyince, kötü bir konuşma yapacağım gibi doğabilir insanların içine:) Öyle değil ama… Nasuh Mahruki bildiğimiz gibi AKUT grubunu kurdu ve AKUT sayesinde Marmara depreminde 500'ün üzerinde insanın kurtulmasına yardımcı oldu. Adana depreminden sonra da enkaz çalışmalarında birçok insanın kurtulmasına yardımcı oldular, dünyanın dörtbir tarafında bu işi yaptılar... Peki, Akut niçin kurulmuş? AKUT'un açılımı, Acil Kurtarma Takımı... Bu insanlar, AKUT'u dağda birilerini kurtarmak için kurmuşlar, depremzedeleri kurtarsınlar diye değil. Niye dağdakileri kurtarmak için? Çünkü dağa çıkıyorlar, dağda kaybolanlar oluyor, ölüyor... Nasuh niçin dağcı olmuş da biz dağcı olmamışız? Çünkü, Nasuh'un okuduğu Bilkent işletme Fakültesi'nde Dağcılık Kulübü var. Hatta ondan bir yıl önce dağcılık kulübünden önce sualtı mağaracılık kulübü vardı. Önce ona gidiyor, 1-2 yıl onu deniyor ve diyor ki bu iş bana göre değil... Sonra dağcılığı deniyor, dağcı olmaya karar veriyor. Nasuh Mahruki eğer dağa çıkmasaydı işletme fakültesindeki diğer arkadaşları gibi, okulu bitirecek, bir işe girecekti veya belki şu sıralarda mastırını yapıyor olacaktı…

BÖ: Sıradan bir insan olacaktı yani, oysa şu anda topluma büyük ölçüde faydası bulunan bir insan... Çok hayatın kurtulmasına katkısı oldu.
MA: Evet, okulu bitirdikten sonra yaptığı şey... Ne iş aradı ne de başka bir şey yaptı. Sıradışı bir kulvar yarattı kendine. Dedi ki kardeşim ben Rusya'ya gideceğim. Altı tane 6000 metre üzerinde dağ var, arka arkaya bu dağları tırmanacağım. Ve böylelikle 'Kar Leoparı' ünvanını aldı. Bu ünvanı aldıktan sonra da, Yapı Kredi'nin Genel Müdürü Burhan Karaçamlı'dan randevu aldı ve Everest'e çıkma projesini açıkladı. Everest'e çıkmak para isteyen, destek isteyen, bir çok şey isteyen bir projeydi. O desteği de aldıktan sonra Everest'e çıkabildiği için AKUT bu çapa ulaştı ve depremden sonra da o seviyede yardımlar aldı. Temel espri şu... başa dönersek.... Nasuh eğer dağa çıkmamış olsaydı arkadaşlar, AKUT da yoktu, depremde kurtulan insanlar da yoktu. Şunu da açıkça vurgulamak istiyorum, kim olduğunuzu bilemezseniz, kim olduğunuzu öğrenmek için değişik denemeler yapmazsanız, kim olduğunuzu hiç öğrenemeden mezara gidersiniz. İnsanlar isterlerse bunu yapsınlar ama, ben üzülüyorum... Biz bu hayata, yaşamaya, kendimizi öğrenmeye, birbirimize nasıl yardım edeceğimizi, kendi yaşamlarımızdan nasıl keyif alabileceğimizi öğrenmeye geldik. Televizyon seyredip ortalama bir keyif almaya veya şablon bir yaşamın arkasından gidip, yokolmak-sıkıntı içine düşmek için gelmedik. İkinci birşey, yaşamlarından pekçok insan mutlu değil.

BÖ: İnsan bazen ihtiyaç duyabilir... Şöyle eve gitsem, ayaklarımı uzatsam ve televizyon karşısına geçsem diye... Bu da olabilir... Ama tüm hayat böyle geçmemeli...
MA: Tüm hayat böyle olursa asıl sorun... Dünyanın heryerinde bir anlam arayışı sözkonusu. Hatta anlam arayışının en fazla olduğu ülke A.B.D. 'Yaşamınızın anlamını keşfedin' konulu en çok kitap Amerika'da. Türkiye ve Avrupa ülkeleri'nde de durum çok farklı değil, keza sadece bugün değil 3000 yıldır yaşamın anlamını arıyor. Yaşamın anlamı içeride değil, dışarıda. Dışarısı neresi? Köprü kurmak, denemek, araştırmak... Dağa çıkmak içeri girmek değildir, bu sosyalleşmedir. Bizi depresyonlarımızdan ve anti-depresan ilaçlardan kurtaracak olan şey ve topluma değer katmamıza götürecek olan şey, kendimizi keşfetmek için yapacağımız denemelerdir.

BÖ: Sıradışı derken öyle ekstrem şeyler düşünmemek lazım... Şarkı söylemek, resim yapmak... 40'lı yaşlardan sonra bu işe başlayan ve büyük başarılara ulaşan isimler çıkıyor aramızdan. Yaşın da hiçbir önemi yok... İnsan bu ihtiyacı farkettiği anda hemen harekete geçmeli, değil mi?
MA: Şablonlarla ilgili programın başında dedin ya, iş dünyası biraz daha sıradışılıkla yaratıcılıkla uğraşıyor, ben de dedim; yok öyle birşey... Hala da iş dünyasının çok sınırlı bir şekilde yaratıcılıkla ilgilendiğini iddia edeceğim. Mesela Cem Yılmaz'ı düşünün... Türkiye'nin sevdiği bir komedyen. İngilizce yapsaydı, herhalde Batı'da da severlerdi. Bu adamı, eğer meşhur olmasaydı, hangi banka işe alırdı? Mazhar Alanson... Sanırım 50 yaşını geçti... Çok yaratıcı bir müzisyen ve bana sorarsanız 'düşünür' de aynı zamanda. Hangi banka, eğer o meşhur olmasaydı, işe alırdı? İş dünyası 'yaratıcı olmak istiyorum' diyor da... Kendi şablonlarından... mesela 30 yaşın üstünde alamayız, 40 yaşın üstünde alamayız... Cem Yılmaz gitse, eğer ünlü olmasaydı, güvenlik memuru onu kapıdan içeri bile sokmayabilirdi. Sıradışılık ve yaratıcılık, bize katma değer yaratan, hayatlarımızı yaşanabilir hale getiren şeyler. Ama herkes sıradışı olacak diye birşey yok. Fakat, bu insanların sayısının toplum içerisinde fazla olması kritik. Eğer az olurlarsa, yeni bir icat diyeceğim ama teknik bir icat değil... Örneğin Mc Donald's teknik bir icat değildir, ama icattır... ICQ bir yazılım olmaktan ziyade, sosyal icattır. Bunlar bizim yaşamımızı güzelleştiriyor ve heyecan veriyor. ICQ'yu tüccarlar mı yaptı? Birileri buna ihtiyaç duydular ve geliştirdiler... İsrail'de yaşları 16 ile 20 arasında değişen dört genç yaptı ICQ'yu, sonra da Yahoo'ya sattılar. Ben şunu düşünüyorum... Sıradışı olmak müthiş birşey... Düşünsenize, ICQ'yu yaratan 4 gençten birisiniz. Akşam baktıklarında, şu anda dünyada şu kadar kişinin ICQ kullandığını görüyorlar. Kuzey Küre'de şu kadar kişi, Güney Küre'de bu kadar kişi konuşuyor...

BÖ: Şu kadar kişiyi de evlendirdik diyorlardır :)
MA: Evet, müthiş birşey bu... Ya yapmasalardı? Bunlara ihtiyacımız var. Yeni birşeyler olması lazım. Uygarlık böyle ileri gidiyor. En mutlu olan da bunu kullanan adam değil, bunu yaratan adam.

BÖ: Özellikle bizim toplum olarak bu icatlara çok ihtiyacımız var, ilerlemek için. Güven Borça'nın kulakları çınlasın... 'Bu topraklardan marka çıkar mı?' diye bir kitabı var. Bir şekilde sıradışılığı yakalayabilirsek, neden olmasın? Bu topraklardan da marka çıkar... Melih, son olarak senden 'Sırarışı Yaşam Becerileri' seminerinle ilgili bilgi vermeni rica ediyorum.
MA: Sıradışı Yaşam Semineri aynı anda İzmir ve İstanbul'da gerçekleşen bir seminer. Aynı anda iki şehirde yaşıyorum. İnşallah buna 3. şehir olarak New York da katılacak. Bir hafta orası 3 gün burası gibi geçecek.

BÖ: Çok zor bir tempodasın aslında. Haftanın yarısı İzmir'de, yarısı İstanbul'da yaşıyorsun.
MA: Şu denemek seçenek türü vardı ya... Aslında şehirler -sakinleri beni bağışlasın- birer yarı açık cezaevi gibidir. 2 şehirde yaşıyorsanız, 2 şehrin seçeneklerine sahipsiniz. 3 şehirde yaşıyorsanız, 3 şehrin seçeneklerine sahipsiniz... Bunun için benim seçeneklerim fazla... Kusura bakmayın, ben bu kadar az seçenekle yaşayamıyorum:)
Sıradışı Yaşam Becerilerini, İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi Mezunları Derneği ile birlikte yapıyoruz. BÜMED olarak bilinen dernekle. Program 12 hafta sürüyor. Derslerden de çok özet birşekilde sözedeyim. İlk iki hafta sıra dışılık nedir, sıra altı olmak nedir, yaratıcılık nedir, bunları tartişıyoruz. İkinci 2 hafta yaratıcılık teknikleri, alfabetik düşünme teknikleri, çapraz düşünme teknikleri nedir, bunları uygulamalı olarak çalışıyoruz. Niye bunların üzerinde çok duruyoruz? Çünkü, yaratıcılık önemli de, nasıl yapacağız bunu? Teknik lazım. Beşinci ve altıncı haftada bilgi ile yaratıcılık ilişkisi aynı zamanda bilgi toplumunda ki kenti kariyer yolumuzla bilgi ve yaratıcılığın ilişkisi, bilgi toplumunda kendi kariyer yolumuzla yetenekleri ve yaratıcılık ilişkisini sorguluyoruz. Yedinci haftada 'yaratıcılığın çağları aşan kuralları' isimli bir bölümümüz var. Bu bölümde, Türkiye'den dört tane yaratıcılık öyküsü anlatıyorum ki, bu işin nasıl olabildiğini öğrensinler. Sekizinci haftada 'odaklanma' kavramı var. Odaklanma ile yaratıcılığın alakasını açıklıyoruz. Yaratıcılık bağlamaksa parçaları, onlara birer birer odaklanmanız lazım. Dokuzuncu hafta, aslında bütün insanların dört gözle beklediği bir hafta. 'Az zamanda çok iş bitirme sanatı' diye bir bölüm var. Öyle bir yaşama modeli sunuyorum ki, bu modelle insanlar hem çok iş yapıyorlar hem aile yaşamları hem de kendileri çok mutlu oluyorlar. Onbirinci ve onikinci haftalarda ise iletişimde yaratıcılık ve sıra dışılık nasıl oluyor bunu tartışıyoruz. Bu program iki etaptan oluşuyor. Birinci 12 haftanın ana teması yaratıcılık. İkincisinin ana teması ise daha da ileri, kendi geleceğini yaratmak. O başka birşey. Başka malzemeler, başka sistemler... Yaşamımı buna harcadım diyebilirim, son 12 yıl bunu okumak-araştırmak-tecrübe etmekle geçti.... Sen 'Özgür Saatler'i bulmuşsun... Ben o kadar uğraştım, bu ismi bulamadım:))

BÖ: Bana bu ismi bulma konusunda bir dostumun çok büyük katkısı oldu. Ben de bayağı düşünüp-bulamamıştım. Ama o bir seferde buldu. Bir de yaratıcı olmadığını iddia ediyordu.
MA: Ama soruya sahip olmak, en az cevap sahip olmak kadar önemli. Bir taraftan sana bir pay çıkarttık yani :) Bu programla ilgili bilgilere nasıl ulaşabilirler, onu da söyleyeyim. Bir web adresi vereceğim: www.meliharat.com adresinden seminerlerimle ilgili bilgilere ulaşabilirler.

BÖ: Son olarak, bu programla ilgili gelecek projelerini soralım... Ama çok az vaktimiz kaldı, çok kısaca...
MA: İnşallah, bu Sıradışı Yaşam Becerileri seminerlerini, New York'ta da vermeye başlayacağız. İngilizce olarak New York'ta bunun kitabını yayınlayacağız. Bir de Sıradışı Yaşam Becerileri'nin üniversitesini kuracağız. Bu da bizim hayalimiz. Bizim de dünya uygarlığına katkımız bu şekilde olur.

BÖ: Ben yapacağına ve başarılı olacağına inanıyorum. Programa katıldığın için de ayrıca çok teşekkürler... Umarım birçok insanın Sıradışı Yaşama isteği duymasını sağlayabilmişizdir.

Hiç yorum yok: